16. Yüzyılda Hikaye ve Hikaye Külliyatları
16. yüzyılda hikâyelerin manzum ve mensur olmak üzere iki şekilde yazıldığı görülmektedir. Ayrıca bu dönem hikâyelerini çeviri, uyarlama ve telif şeklinde de sınıflandırmak mümkündür. Çeviri hikâyelerde, hikâye kaynak dildeki olay örgüsünü ve şahıs kadrosunu hemen hemen aynen korumuşken; uyarlama hikâyelerde gerek olay örgüsü gerek şahıs kadrosu gibi hususlarda birtakım değişikliklerin meydana geldiği görülür. Bu değişiklikler eksiltme, ekleme veya değiştirme şeklinde gerçekleşebilir. Eski Türk edebiyatında birçok edebî ürün gibi hikâyelerin yazımında da bu uyarlama tekniğinin dikkat çekici düzeyde etkili olduğu görülür. 16. yüzyıl hikâyeleri bu çerçevede değerlendirildiğinde her üç tür için de örneklerin yer aldığı görülmektedir.
Hikâyet-i Anabacı (=Hikâye-i Hâce Abdurraûf=Hikâye-i Dendâniyye): Eski Türk edebiyatı sahasında ilk telif hikâye olarak bilinmektedir. Vahdî’nin yazdığı hikâyede Bursalı tâcir Abdurraûf’un serüveni anlatılır.
Bedâyi‘ü’l-âsâr (=Letâif-i Cinânî): Bursalı Cinânî’nin eseri, çoğu mahallî kaynaklardan beslenen savaşlar, fitneler, cadılar ve cinler konulu telif 76 hikâye ve 10 latîfeden oluşmaktadır.
Tûtînâme: Asıl eser, Sukasaptati (Çakasaptati) adıyla Sanskritçe ise de bu çevirinin kaynağını Şeyh Ziyâeddîn Nahşebî’nin Farsça Tûtînâme’si oluşturmaktadır. Mütercimi bilinmeyen hikâyeler, zengin bir bezirganın oğlu Said’in karısı Mâhışeker’e bir papağanın ağzından anlatılır.
Cevâmi‘ü’l-hikâyât ve Levâmi‘ü’r-rivâyât: Eserin kaynağı, Cemâleddîn Muhammed Avfî’nin aynı adlı Farsça eseridir. Şehzâde Bâyezîd’in isteği ile Celâlzâde Salih Çelebi tarafından Türkçeye çevrilmiştir. 100 bâbdaki 2113 hikâyeden oluşmaktadır. Hikâyeler; efsanevî İran tarihi, mitolojik kahramanlar, dinî ve tarihî olaylar, efsanelerle ilgilidir.
Yûsuf u Züleyhâ Hikâyesi: Aslı Arapça kıssa-i Yûsuf’a dayanmaktadır. Hikâye, Hz.Yûsuf ‘un etrafında gelişir ve babası Hz.Yakup, kardeşleri, Mısır ülkesi ve Züleyhâ ile olan münasebetini anlatır. Daha önceki ve sonraki dönemlerde de yazılan bu hikâyenin 16. yüzyılda Celâlzâde Koca Nişancı Mustafa Çelebi tarafından Cevâhirü’l-ahbâr fî Hasâ’ilil’l-ahyâr, Galatalı Mehmed bin İbrahim tarafından ise Ahsenü’l-Kasâs-ı Şerîfe adıyla kaleme alındığı bilinmektedir.
İbretnümâ (=İbretnâme): Lâmi‘î Çelebi’nin bu eserinde 26 hikâye bulunmaktadır.
Hikâye-i Ebû Ali Sînâ ve Ebu’l-Hâris (=Esrâr-ı Hikmet): İlk defa Derviş Hasan Medhî tarafından kaleme alınan hikâyelerde, İbn-i Sînâ’nın efsanevî şahsiyeti etrafında gelişen olaylar anlatılmaktadır.
Hikâye-i Mihr ü Vefâ: 16. yüzyılda Bursalı Hâşimî, Mustafa Defteremîni ve Gelibolulu Âlî tarafından Mihr ü Vefâ yazılmıştır. Bu manzum eser, bir Rumeli hükümdarının oğlu Vefâ ile bir mağarada karşılaştığı Mihr arasındaki aşk macerasını anlatır.
Bu arada eski Türk edebiyatındaki mensur hikâyeler üzerinde önemli bir çalışma yapan Hasan Kavruk, yabancı kültür ürünü olarak Batı’dan Türkçeye tercüme edilen tek eser olarak M.Ö. 6. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen Aisopos’un hikâyelerini göstermekte ve bu hikâyelerin henüz kimliği tespit edilememiş bir çevirmen tarafından 1603 yılından önce Türkçeye çevrildiğine işaret etmektedir.
16. yüzyılda bunların dışında hem mizâhî hem didaktik içerikli kısa hikâyelerden oluşan letâifnâmeler de yazılmıştır. Kısa hikâyelerin yer aldığı mecmûalar olarak da nitelendirilebilecek letâifnâmelerden bu dönemde yazıldığı bilinen ve önemli görülen bazıları şunlardır: Mecma‘u’l-letâif (Lâmi‘î Çelebi), Mecma‘u’l-letâif (Zâtî) [manzum-mensur], Harnâme (Hüsâm Şâhrâvî el-Cülûgî) [manzum-mensur], Letâif-i Cinânî (Bursalı Cinânî), Menâkıb-ı Hamsîn (müellifi meçhul)... Henüz yeterince bilim dünyasının ilgisini çekmemiş de olsalar, eski Türk edebiyatı döneminde meydana getirilmiş birçok hikâye mecmûası bulunduğundan, bunlar arasında 16. yüzyıla ait birçok hikâyenin de yer alacağı düşünülmelidir.
-Alinti-