TürküLerimiz ve Hikayeleri

JudeL

La Tahzen innaALLAH'e meane
HanımZade
Katılım
27 Tem 2017
Mesajlar
2,559
Tepkime puanı
6,117
Puanları
0
Cinsiyet
Kadın
Bahçada Yeşil Çınar Türküsü

bahçada yeşil çınar
boyun boyuma uyar
ben seni gizli sevdim
bilmedim alem duyar

bahçalarda gül vari
var git ellerin yari
sen bana yar olmazsın
gözüme gülme bari


aslı bahçada yeşil hıyar olan türkü.


sevgiliye sunulan sözlerde hıyardan bahsedilmesi ilginç, ve hatta komik olsa da türkü oldukça hüzünlüdür hatta ağlatıcıdır. kardeş türkülerin neden hıyar yerine çınar kelimesini kullanmış olması biraz anlaşılır olsa da türkünün hikayesine gölge düşürür.

hikayeye göre diyarbakırın en çirkin delikanlılarından biri hıyar tarlasında hıyar toplayan bir güzele vurulur. ancak güzel kız izlendiğini fark edip arkasını döndüğünde, bir elindeki hıyara bir de delikanlıya bakıp bakıp gülmüş. bunun üzerine delikanlı bu türküyü çığırtmış. dikkat ederseniz delikanlının tek bahsettiği ne kızın güzelliği ne de kendindeki çekici özellikler. sadece boyun boyuna uyduğunu söylemiş, ve gizli sevdiğini anlatmış. bunun yanında her ne kadar platonik bir aşk olsa da ve kızın kendisini seçmeyeceğini bilse de sevgisine saygı duyulması gerektiğini vurgulamış.

 

JudeL

La Tahzen innaALLAH'e meane
HanımZade
Katılım
27 Tem 2017
Mesajlar
2,559
Tepkime puanı
6,117
Puanları
0
Cinsiyet
Kadın
Ah Bir Ataş ver Türküsü


Ah bir ataş ver cigaramı yakayım

Sen salın (sallan) gel ben boyuna bakayım

Uzun olur gemilerin direği
Ah çatal olur efelerin yüreği

Ah vur ataşı gavur sinem ko yansın
Arkadaşlar uykulardan uyansın

Uzun olur gemilerin direği

Ah çatal olur efelerin yüreği



Çanakkale Boğazı, Nağra Burnu açıkları

4 Nisan 1953, Saat 02:15

Uzun ve yorucu bir seferden dönen Dumlupınar denizaltısı, Nağra Burnu açıklarında İsveç bandıralı Nabuland Şilebi ile çarpıştı.

Sessiz, soğuk ve bulanıktı gece. Başından aldığı şiddetli darbe ile Dumlupınar birkaç saniye içinde sulara gömüldü. Gemideki 81 kişilik mürettebattan sağ kalan 22 kişi, geminin arka bölümündeki torpido dairesine sığındı. Mahsur kalanların su yüzüne fırlattıkları telefon şamandırasıyla gemi ile irtibat sağlandı.

Sağ kalan 22 kişiyi kurtarmak için herkes seferber oldu. Bu arada oksijeni idareli kullanmaları için, gereksiz yere konuşmamaları, şarkı türkü söylememeleri ve sigara içmemeleri konusunda uyarılar yapıldı.

Ancak saatler süren kurtarma çalışmalarının sonunda, umutların tükendiği anda karanlıkta bekleyen 22 kişiye, her şey yine aynı sözcüklerle anlatıldı; konuşabilirler, türkü söyleyebilirler ve hatta sigara bile içebilirler.


Şamandıradaki telefon hattının öbür ucundan, tüm Türkiye, denizaltıda tevekkülle ölüme yapılan hüzünlü ama başı dik türküsünü dinledi.

 

JudeL

La Tahzen innaALLAH'e meane
HanımZade
Katılım
27 Tem 2017
Mesajlar
2,559
Tepkime puanı
6,117
Puanları
0
Cinsiyet
Kadın
Yüksek Yüksek Tepelere Türküsü

Yüksek yüksek tepelerle ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekette kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özledim


Malkara'ya ait olduğu rivayet edilen bu türkü, uzak bir köye gelin giden Zeynep' in
ailesine duyduğu özlemi anlatır. Zeynep'in gelin gittiği köy kendi köyüne 3 gün uzaklıktadır. Yedi yıl boyunca ailesini göremeyen Zeynep'in özlemi gitgide büyür ve bu türküyü her yerde söylemeye başlar. Bu duruma eşinin kötü davranışları da eklenince Zeynep hastalanir yataklara düşer. Son anlarında ailesi yanına gelse de Zeynep ruhunu teslim etmiştir.

 

BaRoN

Mevsim.Org Doğru Adrestesiniz
Yönetici
Katılım
2 Haz 2019
Mesajlar
3,417
Tepkime puanı
6,365
Puanları
113
Yaş
48
Konum
istanbul
Cinsiyet
Erkek
Aşık veyseli es geçmeyelim bence devamını bu başlıkta bekliyorum
 

BaRoN

Mevsim.Org Doğru Adrestesiniz
Yönetici
Katılım
2 Haz 2019
Mesajlar
3,417
Tepkime puanı
6,365
Puanları
113
Yaş
48
Konum
istanbul
Cinsiyet
Erkek
Oda olabılır lakın aynı katagorıdede olsa bişey olmazdı
 

JudeL

La Tahzen innaALLAH'e meane
HanımZade
Katılım
27 Tem 2017
Mesajlar
2,559
Tepkime puanı
6,117
Puanları
0
Cinsiyet
Kadın
Hekimoğlu Türküsü

Hekimoglu derler benim aslıma

Aynalı martin yaptırdım da narinim kendi neslime
Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu'na sorar isen narinim aslan yürekli
Hekimoglu derler bir yiğit uşak
Bir omuzdan bir omuza narinim yüz arma fişek
Bahçede armut dibinde kaymak yedin mi?
Hekimoğlu'nu görünce de narinim budur dedin mi?
Konaklar yaptırdım döşetemedim
Ünye de Fatsa bir oldu da narinim baş edemedim
Ünye de Fatsa arası ordu da kuruldu

Hekimoğlu dediğin de narinim orda vuruldu

Hekimoğlu İbrahim, Fatsa’da yaşayan bir delikanlıdır. Burada Gürcü Sefer Ağa’nın yanında çalışır ve onun kızına gönlünü kaptırır. Delikanlının kızla gizli görüşmeleri duyulunca, kızın nişanlısı olan Seyyid Ağa ve adamları Hekimoğlu İbrahim’in peşine düşer. Bir çatışma yaşanır. Bu çatışmada İbrahim, Sefer Ağa’nın önemli bir adamını öldürür. Bu olaydan sonra Hekimoğlu olarak anılmaya başlar. Dağa çıkar ve kaçarak yaşamaya başlar. Hekimoğlu’nun dağa çıktığını duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Yoksul halkla dostluk kuran, zenginlerden alıp fakirlere veren Hekimoğlu’nun ünü daha da artar. Himayesine birçok kişi girer. Gürcü beyinin korkulu rüyası olur. Bir gün Hekimoğlu’nun yeğenleri pusuya düşürülür. Bunu haber alan Hekimoğlu, intikam almak için pusu kurulan yere gider ancak kendisi de bu oyunda kurban olur. Uğradığı saldırıda ağır yaralanır ve can verir.

 

JudeL

La Tahzen innaALLAH'e meane
HanımZade
Katılım
27 Tem 2017
Mesajlar
2,559
Tepkime puanı
6,117
Puanları
0
Cinsiyet
Kadın
İki Keklik Türküsü

İki keklik bir kayada ötüyor
Ötme de keklik derdim bana yetiyor
Aman aman yetiyorr
Annesine kara da haber gidiyor

Yazması onaylı kundurası boyalı
Yar benim aman aman yar benim
Uzunda geceler yar boynuma
Sar benim aman aman sar benim

Balıkesir’e bağlı Edremit ilçesinin, Güre köyünün halkından kahveci Mehmet şevket efendinin karısı şöhret hanım tarafından oğluna yazılmış bir türküdür.

Şöhret hanım, zamanın zenginlerinden olduğu için zeytin toplamaya giderken cam topuklu ve rugan ayakkabılar giyermiş, elbiseleri de oldukça güzel ve diğer köylülerden farklıymış, oğulları Zekeriya Sarıkamış’a Enver Paşa komutasında askerliğini yapmaya gitmiştir. Bu sırada ortam karlı olduğu için yol almak amaçlı karları teperlermiş. Zekeriya, kar teperlerken kar kuyusuna düşüp şehit olmuştur. Şöhret hanımda ovada kekliklerle söyleşirken bu kötü haberi almıştır.
Keklikler öterken şöhret hanımda oğlunun acısı ile bu türküyü yazmıştır.


 

JudeL

La Tahzen innaALLAH'e meane
HanımZade
Katılım
27 Tem 2017
Mesajlar
2,559
Tepkime puanı
6,117
Puanları
0
Cinsiyet
Kadın
Çökertme Türküsü

Çökertmeden çıktımda Halil’ im aman başım selamet

Bitez de yalısına varmadan Halil’im aman koptu kıyamet
Arkideşim İbram Çavuş Allah’ına emanet

Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerime ateş sardı aman kurşun yarası
Gidelim gidelim Halil’im çökertmeye varalım
Kolcular gelirse Halil’im nerelere kaçalım

Teslim olmayalım Halil’im aman kurşun saçalım

Çökertme türküsünün kahramanı olan Halil, babası tarafından Van ili , Erciş ilçesi, Bozüyük köyündedir. Ailenin büyükleri önce Van’dan İstanköy’ e gelir ve daha sonra da Bodrum Karabağ’da Bekiroğlu tepesine yerleşirler. Halil’in babası, Demirci Ali usta burada bir çingene kızı ile evlenir ve Halil dünyaya gelir. Halil bir namus meselesinden dolayı kız kardeşini öldürdükten sonra kaçak gezmeye başlar. Sık sık İstanköy’e gitmektedir. Bu gidişlerden birinde düğüne davet edilir. Düğünde iken Halil’i Rumlar ihbar ederler. Yakalatırlar. Sonuçta Halil yedi yıl hapis yatar. Bu olay üzerine Halil Rumlara diş bilemektedir. Hapisten çıkınca da onlara haşin davranır. Böylece Rumlarla Halil arasında bir husumet doğar. Halil bu arada türküde ‘Çakır Gülsüm’ olarak adlandırılan Hafize adlı kadına ilgi duymaya başlar ve Halil ilk olarak Gülsüm’ ü Kara kaya’ da ki bir düğünden zorla kaçırır. Gülsüm ve annesi ise o dönemde Bodrum’un yönetiminden sorumlu Çerkes Kaymakam olarak bilinen Ömer Lütfi Bey’in evinde hizmetkarlık yapmaktadır. Türküde adı geçen İbrahim Çavuş, kolculardandır ve Çakır Gülsüm’ ün ilk kocasıdır. Arkadaş olmaları sebebiyle Halil’i devamlı kollamaktadır. Halil ikinci olarak Gülsüm’ ü , Dertlinin Ali’nin Karabağdaki evinden alarak dağa kaldırır. Yalıkavak karşısındaki Güdürde bir in bulur ve Gülsüm’ le burada yaşamaya başlar. Bu olaylara kızan kaymakam Ömer Lütfi Bey , Halil’in üzerine Selam oğlu adlı bir kişiyi gönderir. Selam oğlu Halil’i bulur fakat önceden tanıştıkları için kaymakam konusunda Halil’i uyarır. Halil uyarıları dinleyerek buradan kaçar ve Gülsüm’ le birlikte Yalıkavak yakınındaki Çökertmeye gelir. Amacı bir kayıkla adalara kaçmakdır. Rum gemicilerden ‘Kosta Paho’ ( Kos’lu İstanköylü Paho) ile anlaşır. Rumlarla aralarındaki husumetten dolayı Paho, tayfa Andon vasıtasıyla Halil’i Çerkes kaymakam’a ihbar eder. Kaymakamın emriyle denizden kol kayığı ile kolcubaşı Barka’nın Ali harekete geçer. Ayrıca Paho’ nun demir atacağı karaya yakın yerde de jandarma komutanı Ömer Çavuş önceden pusuya yatırılır. Halil’i adalara götürecek kayık yola çıkar. Paho, Halil’i yakalatabilmek için dalgaları bahane ederek Aspata gitmeyi teklif eder ve deniz durulunca adalara rahat geçebileceklerini söyler. Halil bu teklife inanır. Tekne ; Aspat ‘tan Bitez koyuna gelerek Hırsız Yatağı denen yere yakın olarak açıkta demir atar. Akşam olduğunda teknede içki faslı başlar. Paho, Halil ve Gülsüm’ ün içkilerine ‘Balık Ağısı’ denilen bir bitkinin sersemletici zehrini koyar. Bu zehrin etkisi ile Halil ve gülsün uykuya dalarlar. Ömer Çavuş kara pusudadır. Paho, Halil ve Gülsüm’ ü uyuttuktan sonra demir alır ve teknesini yavaş yavaş kıyıya yanaştırmaya başlar Ömer Çavuş tam kıyıya yanaşmadan tekneye ateş edilmesi emrini verir. Kurşunların kendisine isabet edeceğinden korkan Paho tekneyi açığa bırakır. Tam bu sırada Kolcu başı Barka’nın Ali de kol kayığı ile Paho’ nun teknesini sarar. Paho Halil’den çekindiği için onu uyandırır. Geçen süre içerisinde Barka’nın Ali tekneye girmiştir. Halil ve Gülsüm sersemlemiş bir vaziyette güverteye çıkartılırlar. Güvertede Halil’in ayağı kayar , Barka’nın Ali Halil’i bacağından yaralar. Halil yaralı bir vaziyette Bodrum’a getirilir ve kaymakamlık binası önünden karaya çıkartılır. Halk kaymakamlık binası önünde toplanmıştır. O sırada ‘Kel Mülazım’ adı verilen jandarma komutanı ‘Hükümete karşı gelenlerin sonu budur’ gibilerden konuşma yapar. Halil yaralı bir vaziyette kaymakamlık binası önünde bulunan bir mahsene atılır. Yaraları tımar edilmez. Burada bir süre acı içinde inler. Daha sonra Ömer Çavuş tarafından boğazına çökülerek öldürülür ve sırtındaki elbiseleriyle birlikte alel acele gömülür. Bu olay üzerine Bodrum’dan ‘Üçlü Saağı’ olarak adlandırılan türkülerin ikincisi olan ‘Çökertme’ yakılır.



 

JudeL

La Tahzen innaALLAH'e meane
HanımZade
Katılım
27 Tem 2017
Mesajlar
2,559
Tepkime puanı
6,117
Puanları
0
Cinsiyet
Kadın
Zahidem Türküsü

Zahide Kurbanım n'olacak Halim
Gene bir laf duydum kırıldı belim
Gelenden gidenden haber sorarım
Zahidem bu hafta oluyor gelin

Hezeli de deli gönül hezeli
Çiçekdağı döktü m'ola gazeli
Dolaştım alemi gurbet gezeli
Bulamadım Zahidem'den güzeli

Ay ile doğar da gün ile aşar,
Zahide’mi görenin tebdili şaşar
İyinin kaderi kötüye düşer,
Diken arasında kalmış gül gibi.

Halk arasında “Zahidem” adıyla ün yapan türkünün şairi Aşık Arap Mustafa, 1901 yılında Çiçekdağı’na bağlı Orta Hacı Ahmetli köyünde dünyaya gelmiştir. Babasını annesini çok küçük yaşlarda yitirdi. İlk önce bir akrabasının himayesinde, daha sonraları da onun bunun yanında büyüdü. Arap Mustafa’nın babası düğünlerde, toplantılarda “Koca Oyunu” adı verilen oyunda “Arap” rölünü üstlenirdi. Bu nedenle Mustafa’ya da “Arap” lakabı takılmıştır. Kimsesiz kalan Arap Mustafa 10 yaşına gelince Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Hacı Bürozadeler’den Mehmet’e çiftçi durdu. Zaman içinde çalışkan, babayiğit, giyimine özen gösteren yakışıklı bir delikanlı olan Arap Mustafa, Ağasının yeni yetişen Zahide’ye gönlünü kaptırdı. Fakir ve kimsesiz olduğundan bu sırrını bir türlü açığa vuramadı. 20’sinde askere giden Mustafa’nın aklı, deliler gibi sevdiği Zahide’de kalmıştı. Köydeki dostlarına mektuplar göndererek Zahide’den haber almaya çalışan Arap Mustafa, Zahide’nin başka biriyle evlendirildiğini ve düğünün’ün de bir hafta sonra olacağını duyunca üzüntüsünü aşağıda içli mısralara dökmüştür. Türküyü Neşet Ertaş plağa okuyup tanıtmıştır.

 

JudeL

La Tahzen innaALLAH'e meane
HanımZade
Katılım
27 Tem 2017
Mesajlar
2,559
Tepkime puanı
6,117
Puanları
0
Cinsiyet
Kadın
Gesi Bağları Türküsü

Gesi bağlarında dolanıyorum

Yitirdim yarimi, aman aranıyorum
Yitirdim yarimi, aman aranıyorum

Bir çift selamına güveniyorum
Gel, otur yanıma, hallarımı söyleyim

Halımdan bilmiyor, ben o yari neyleyim?

Gesi bağlarında üç top gülüm var

Hey Allah`tan korkmaz, sana, bana ölüm var

Ölüm varsa bu Dünya'da zulüm var
Atma garip anam beni dağlar ardına

Kimseler yanmasın, anam yansın derdime


Kayseri’nin Gesi köyünde yaşayan bir genç kız, evlilik çağına geldiğinde, onu istemeye gelenler uzak köyden bir aile olarak genç kıza talip olurlar. Genç kız ve genç erkek birbirlerini sever ve evlenir. Genç kız, uzak yere gelin gittiği için hüzünlenir. Gelin gittiği köyde, annesinden uzakta yaşamaya alışamaz. Eşinden ve ailesinden eziyetler görmeye başlar. Huzuru kaçar. Çocuğu olur. Çocuğuyla oyalanmak ister ama başaramaz. Annesinin hasreti içine dağlar. Aylardır annesinden haber alamayarak, hüzünlü bir şekilde köyden dışarı çıkamayarak beklemek zorunda kalır. Bir gün, kendi köyünden haber gelir. Annesinin vefat ettiğini öğrenir. Çok üzülür, manevi olarak yıpranır Gesi köyunun kaldigi köye kadar uzanan genis ve gusel baglari arasinda Gesi Baglari turkusunu soyler ve agit yakar.. Kavusamamanin huznunu yureginde hisseder...

 

Fineas

Epik
Kullanıcı
Katılım
14 Mar 2018
Mesajlar
4,287
Tepkime puanı
4,885
Puanları
0
Konum
İzmir
Cinsiyet
Erkek
Hekimoğlu Türküsü

Hekimoglu derler benim aslıma

Aynalı martin yaptırdım da narinim kendi neslime
Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu'na sorar isen narinim aslan yürekli
Hekimoglu derler bir yiğit uşak
Bir omuzdan bir omuza narinim yüz arma fişek
Bahçede armut dibinde kaymak yedin mi?
Hekimoğlu'nu görünce de narinim budur dedin mi?
Konaklar yaptırdım döşetemedim
Ünye de Fatsa bir oldu da narinim baş edemedim
Ünye de Fatsa arası ordu da kuruldu

Hekimoğlu dediğin de narinim orda vuruldu

Hekimoğlu İbrahim, Fatsa’da yaşayan bir delikanlıdır. Burada Gürcü Sefer Ağa’nın yanında çalışır ve onun kızına gönlünü kaptırır. Delikanlının kızla gizli görüşmeleri duyulunca, kızın nişanlısı olan Seyyid Ağa ve adamları Hekimoğlu İbrahim’in peşine düşer. Bir çatışma yaşanır. Bu çatışmada İbrahim, Sefer Ağa’nın önemli bir adamını öldürür. Bu olaydan sonra Hekimoğlu olarak anılmaya başlar. Dağa çıkar ve kaçarak yaşamaya başlar. Hekimoğlu’nun dağa çıktığını duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Yoksul halkla dostluk kuran, zenginlerden alıp fakirlere veren Hekimoğlu’nun ünü daha da artar. Himayesine birçok kişi girer. Gürcü beyinin korkulu rüyası olur. Bir gün Hekimoğlu’nun yeğenleri pusuya düşürülür. Bunu haber alan Hekimoğlu, intikam almak için pusu kurulan yere gider ancak kendisi de bu oyunda kurban olur. Uğradığı saldırıda ağır yaralanır ve can verir.

Benim en sevdiğim türküdür :)
 

Yaren

ᔕᗩᗰᎥᗰᎥƳᗴ丅ᔕᎥ乙 ᔕᗩᗰᎥᗰᎥᒪᗴᖇ
HanımZade
Katılım
29 Ağu 2019
Mesajlar
1,260
Tepkime puanı
2,551
Puanları
0
Konum
Sizeneki
Cinsiyet
Kadın
yanalt.gif
Hey On Beşli Hikayesi

Taş döşeli yollardan şakırtılı at arabalarının gelip geçtiği demlerde Tokat bir dağ içindeyken, gülü bardağı içindeyken, yüzü kaleye bakan ahşap evlerden birinin şenliğiydi Hediye, üç eteği sırma işleme, başı Tokat işi yazmalı, yazmasının ucu pembe oyalı. Endamı fidandan narince, boyu gül ağacı misali küçücük, alımlı, edalı bir kızcağız.

Kınalı Kazova üzümlerinin toplanıp pekmez yapıldığı aylarda Tahtaoba Köyü'nün saygın ailelerinden birinin oğlu Hüseyin görüverdi onu. Tenhada buluştular, iki gencin yüreği birbirine ısındı.

Çok geçmedi aradan, Tahtaoba'dan dünürcüler geldi Hediye kızın evine. Köy ağası babanın biricik oğlu Hüseyine'e istediler onu. ''Yaşı küçücük ''dedi anası ''Baba ekmeği yemedi doyuncaya dek''. Ekleyeceklerini söyledi oğlan tarafı. ''Bizim oğlumuzda yeni yetme... Söz edelim, aht verelim, bakleyelim. Gül yanaklı Hediye bu yaz gelinimiz olur.''

Tez büyür kuzu misali, kız kısmının da yuvadan kuş misali kanatlanıp tez uçanı makbuldür. Hele talibi Tahtaoba'nın efendilerindense, bol haneye geln gidecekse, anasının babasının adını saydıracaksa fırsat kaçırılmaz. ''oldu'' dedi büyükleri. Hediyenin ak ellerini bu bahar kınalayacaklardı. Madem insan evladıydı isteyen, hayır işte acele etmek en güzeliydi. Verdiler Hediye'yi bıyıkları yeni terlemiş Hüseyin'e. Şerbetini içtiler, sözünü kestiler. Tahtaoba'nın ağası koçlar kurban etti. Hüseyin, endazesi on yedi kuruşa mor kadifeden fistanlık kumaş aldı Hediye'ye. İpek bürüğe bürüdüler genç kızı, boynuna gümüş hamaylılar, alnına Hamidiye paralar taktılar. Bakır tepsilerin arkasını tıkırdatarak oynadı kadınlar.

Kış geçmeden yaprak küpleri basıldı. Erik ezmeleri, tarhanalar, sebze kuruları, bulgurlar, setikler, yarmalar hazırlandı. Bahar başında toplanıp yazıda kurutulmuş madımaklar çıkınlandı. Kasım yağmurları Yeşilırmak'ı coşturmadan tahtaları kararmış ahşap evlerin dış kapıları kapatıldı. Baba evinde artık misafir muamelesi gören Hediye çeyiz teleşına düştü. Kafesli pencerenin önündeki sedirde oturup yoldan geçen herkesi ''Belki Hüseyin'dir'' ümidiyle süzerek küçücük ellerinin ak parmaklarındaki iğne ile al yazmaları, kara yazmaları renk renk, çiçek çiçek oya ile çevirdi. Ayvalar toplanırken ayıldı haber. Ateş düşmedik ocak bırakmayan seferberlik memleketin her köşesinden yine delikanlıları istiyordu. Bu kez yaşı on sekize değmiş delikanlılarda... Şehirden şehire, köyden köye haber uçuruldu. Sırtını kayalara dayamış Tokat'da titredi bu havadisle. Bin üç yüz on beş doğumlular kışlada toplanacaklar. Karayağız Türkmen delikanlıları kalktı geldi, zıpkalı Karadeniz uşakları beşer onar gruplar halinde akın etti çevre köylerden, kimini Çanakkele'ye yazdılar,kimini Filistin'e, kimini Yemen'e. Gözü yaşlı duacı analarla sabırlı yavuklular kaldı geride. Ardından bir maşrapa şu döktükleri delikanlıları için yanaklarından süzülen yaşlarını yazmalarının ucundaki gül oyalarına sildiler. Geride kalan kalbi kırık yavuklular içlerindeki yangını türkü yaptı. On sekizlik yiğitlerin ardından ağlayarak söylediler.

Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı.

Tahtaoba Köyü'nden bölüğe çağırılan gençlerin arasında Bey Hüseyin'de vardı. Al atını topuklayıp ayrıldı köyünden yaşıtlarıyla birlikte. Tokat'ta Örtmeliönü'ndeki kararmış tahtalarla kaplı evciğinin kapısını çaldı önce. Sözlüsünün ana babsının elini öptü. Göz ucuyla baktı utançtan yüzü kızaran Hediye'ye. ''Vatan borcu ödeme zamanı, sağlıcakla kalın. Dua edin çocuklarınız için. Döner gelirsem ahtımdayım. Çift davullar çaldırıp toy yaparım.'' dedi onalra. Sonra helallik dileyip ayrıldı Hediye'nin evinden. Başını çevirip tekrar tekrar ardına bakarak sürdü atını.

Gidiyom gidemiyom
Seni terk edemiyom
Sevdiğim pek küçücük
Koyupta gidemiyom.

Boynunu büküp asker yolu bekleyen bir sürü genç kızdan biriydi artık Hediye. Her gece dua ederek baş koyduğu yastığını sabaha kadar gözyaşlarıyla ıslattı. Günleri saya saya, aylar sonra yerine varabilen sarı zarfların içinden bir hayır haber alma ümidiyle bekleyerek geçirdi mevsimleri. Hasretini nakış nakış döktü iğne oyalarına, dantel perdelere, kilim tezgahlarında dokunan cecimlere. Tokat'ın çıplak dağlarını bembeyaz karlar örttü önce, sonra karlar çağıl çağıl eridi, kuru ağaçlar canlandı, tomurcuklandı, yapraklandı. Asmalar gözyaşı gibi salkım üzümlendi. Kah Batmantaş Köyü'ne bir ateş koru gibi kara haber düştü, kah Yatmış'a, kah Hampınar'a Salavatlarla uğurladıkları delikanlılarının toprağa düştüğü haberini alan kara bahtlı analar, kara çatkılı yavuklular, dul kalan tazeler maşrapalarla su döküp ıslattıkları kapı önlerini gözyaşlarıyla suladılar. Memlekette yangın düşmedik ocak kalmadı. Eli yüreğinde uyandı her sabah Hediye. Komşu kadınlara rüyalarını tabir ettirdi. Mahsun mahsun yollara bakıp bir haber bekledi karayağız Hüseyin'inden, uçup giden turnalardan haber umdu. Sabah esen serin rüzgara selam asıp yolladı. Çok mu uzktı Yemen dedikleri yer, şu çıplak dağların ardına gitse bulurmuydu yarini? Buluverse al kanlı yarelerini sarar mıydı pembe çevirmeli ipek mendiliyle? Bekleyiş derde dönüştü. Gelen her şehadet haberiyle kavuşma ümidi biraz daha kırıldı. Analar, askere gitmiş babalarını soran bebelere ''Az kaldı, dönecek.'' derken ciğerleri sızım sızım sızlar oldu. Seneler geçiverdi yüzlerde çizgi bırakarak. Yiğitsiz kalmış evleri bekleyen köpekler yabancıya ürkmez olmuştu artık. Dağlarda eşkıyalar peydahlandı. Asker kaçakları, arsızlar, hırsızlar kol gezmeye başladı ortalıkta. Bir gün falanca köyden baskın haberi geldi, bir gün filancı köyden. Para eder herşeyi toplamışlar, yiğidinin yasını tutan taze gelinleri dağa kaldırmışlar, ıssıza çökertmişler. Hükümet başedemiyormuş artık onlarla. Şehirlerde, kasabalarda kimse kimsenin selamını almaz olmuş. Güven diye birşey kalmamış. Hediye'nin anasıyla babası yanlarına çağırdı. Utana sıkıla açtılar endişelerini ona. ''Kara yazgılı kızım, dört yaz bitti bir haber yok Tahtaobalı'lı Hüseyin'den. Böyle susup beklemekle olmaz. Haberini alıyoruz nice yiğitlerde şehit olduğu halde evine haber uçurulmazmış. Kim gitti de geri geldi ki bu Yemen denen ilden? Devletimiz her gün il il geri çekilirmiş. Biz artık kocadık. Namusundan endişeliyiz. Yama ustası Emin sana talip oluyor. Erkeğin yaşlısı olmaz, Emin Efendi zengin bir tüccardır. Oğlu uşağı yok, koca evde bir fidai başın olacak. Biz gitmenden yanayız. Git evini ocağını kur. Yuvanı bil sende. Dönüp dönmeyeceği bilinmeyen bir sözlüyü beklemekle olmaz.'' Bahtsız Hediye yaşın yaşın ağlayarak çıkardı parmağındaki söz yüzüğünü. Ana babasının isteğine olmaz diyebilecek bir kız yok o zamanlar, kötü yazgısını kabullenip oturdu. Birkaç hafta sonra sessiz bir törenle Dimorta hanı'nda yazmacılık yapan altmışına gelmiş Emin Efendi'ye nikahladılar onu. Son güne kadar Hüseyin'in döndü, haberini alma ümidiyle bekledi kızcağız, türküler mırıldanıp pencere kafeslerinin önünde ağladı, ağladı.

Gidiyom işte bende
Bir arzum kaldı sende
Ayva olup sarardım
Din iman yok mu sende

Çifte davullu hayallerine yandı Hediye. Gelin kınası görmemiş küçücük elleriyle sildi göz yaşlarını. Bir kaç kez görüp yüreğine nakşettiği Hüseyin'in yasını tutmasına fırsat olmadan, kızıl işlemeli bindallı giymeden gelin olup Emin Efendi'nin evine girdi.
Tokat bezlerine tahta kapılarla desen vuran yazma ustalarındandı Emin Efendi. Uzun beyaz sakallı, yün papaklı, vaktinden önce çökmüş bir koca esnaftı. Yamru yumru elleriyle yazma desenledikten sonra Meydan Cami'sinde namazını eda etmeden evine gelmeyen bir yalnız adam... Önceki evliliğinden olan çocuklarının her birinin şehitlik haberi gelmişti çeşitli cephelerden. Değil Hediye kızın tazeliğini, dünyayı hediye verseler içinde ölen yaşama sevinci dirilesi değildi. Hediye kız bu kocamış erin vakitsiz ayazlarla çiçekleri dökülmüş bir kiraz ağacı gibi mahsun kederli Hediye kadın olup çıkıverdi.

''Hayalde gör düşte gör, hele bir de düş de gör'' demiş ya eskiler, insanın işi bir kez ters gitmeye görsün nasıl da yağar başına belalar yağmur misali. Yüzünü güzel yaratmıştı Mevla ama talihi kötüydü Hediye kızın. Yaşlı olsada kadrini kıymetini bilen, başına kapak olan, namusuna sahip çıkan erini Azrail alıp götürdü çok geçmeden. Daha evleneli bir yıl olmadan dul kaldı Hediyecik. Aniden uçuverdi Emin Efendi.Bir öğle üzeri kapıyı çalan çırağı ''Yenge, Emin emmi öldü'' diye haber getirdiği zaman felaketi ir çığlıkla karşıladı. Tokat'ın örfüydü ya cenazeyi hemen hazırlayıp bekletmeden defnettiler. Vakitsiz açılan güllere döndü Hediye. Tazecik yüzünü zamansız soldurdu kötü kaderi. Şad olup gülmeden yas bağladı, gelinlik giymeden dul kaldı, çiçek açmadan hazan olmuş dallar misali yeşillerden allardan soyunup karalara büründü. Tokat'ın orta yerinde Yeşilırmak çağıl çağıl akarken, Hediye kadın akıtıp oturdu köşesinde.
Ölüm acısı geçip yasını unutmadan yalnızlıkla baş başa kaldı bahtsız kız. Emin Efendi'nin malının mülkünün idare edilmesi gerekliydi. Yaşlı adamın bıraktığı çarkı tek başına çevirmeliydi. Yuvasını bırakıp baba evine dönse evini ocağını ne yapacak? İyi kötü benimsemişti yeni hayatını, hem baba evine sığamadığı için evlendirmemişler miydi onu. Kocasından kalan malın mülkün icarıyla geçinip giderdi. İbadet edip ölümü beklemekti bundan sonra ona düşen.
Ne Hak'tan, ne hükümetten korkusu kalmamıştı azgın çeteler komadı Hediye'yi yasıyla başbaşa. Şehrin kıyısında koskoca konakta tek başına yaşayan bu taze dulda çokça para olmalıydı. Hem kimi kimsesi yok. Koruyanı sahip çıkanı bulunmayan bu kadıncağızın malına mülküne el koymak kolaydı. Ay karanlık bir gecede koca evin çift kanatlı kapısının önüne vardılar. Bakır tokmağını tıklattılar yavaşça. Masum kadın kapıyı açmaya korkunca omuzladılar hep beraber. İçeri daldılar azgın kurt sürüsü misali, sepet sandık dağıttılar, feryadına çığlığına kulak vermeyip sırladılar Hediye'yi.Hoyrat eller dağdan dağa dolaştırdılar onu. Zorla sahip oldular, kirli elleriyle birbirine sundular, kalaylı siniler üzerine çıkartıp el çırparak oynattılar. Nice zaman sonra gönülleri geçti kızdan, bastıkları başka köylerden başka talihsiz tazeleri görünce bir sabah atın arkasına atıp Tokat'a getirdiler onu. Tan yeri kırmızı bir utanç içindeyken sabah namazında dönen yaşlılar kaldırıma düşmüş bir kız buldular. Üstü başı yırtılmış ağlayan biçarenin başına toplanıp konuştular da bir el uzatıp ''Kalk'' demediler.

Tokat yolu kaldırım
Düştüm beni kaldırın
Sevdiğimin uğruna
Vurun beni öldürün

Hediye'nin adı kötü kadına çıktı gayri.

Yemen'den Çanakkale'ye nice kez ciğer delici kurşunlara uğrayıp, ihaneti, zulumeti, açlığı, hastalığı yaşayıp da geri dönen olur mu?... Hak Teala kulun alnına ölümü yazmayınca olur işte. Gözü yaşlı Anadolu'nun ''Giden gelmiyor'' diye türküler yaktığı cephelerde kah vuruşarak, kah esir düşerek seneler geçiren Hüseyin dağın, taşın çiçeğe büründüğü bir bahar başında çıkıp geliverdi memleketine. Tahtaoba'dan savaşa yollanmış bin üç yüz on beş doğumlu yirmi delikanlıdan bir o sağ kalmıştı. Yüzü yaylaya bakan, içinden boz bulanık seller akan köyün girişinde madımak toplamaya koyulmuş tazaler tanıyamadı bu hırpani kılıklı adamı, köpekler seğirtti üzerine. ''Benim ben! Memleket aşırı diyarlara gönderdiğiniz Hüseyin'im ben. Hak alnıma yaşa yazmış, kaderde size kavuşmak varmış, döndüm... Emmi, dayı kızları, yad el değil bu gelen. Bey oğlu Hüseyin'im ben.'' Köyün genci yaşlısı kuşattı çevresini, boynuna boğazına sarıldılar. Ardına düşüp evine götürdüler onu. Yolun otu çiçeği sarıldı yorgun ayaklarına. Ağsıvayla sıvanmış bahçe duvarının önünde yabancı bir erkeği görünce yaşmaklanacak oldu... Hüseyin'in anası. Sonra sekiz yıldır ağlaya ağlaya ferifi tükettiği gözlerinden çok yüreğiyle tanıdı oğlunu. Kollarını açıp ''Oğlum'' diye inledi. Tahtaoba Köyü şenliği durdu o gün. Savaşa yolladıkları yirmi civanın yerine geriye dönen bu bitkin genç için toy vuruldu, düğün kuruldu, kurbanlar kesildi. Anası başındaki kahır kasnağını çıkardı. Seferberliğe giden de geri gelirmiş demek...

Bekledi Hüseyin. Susup bekledi birilerinin Hediye'den bahsetmesini. Ne anası, ne bacısı adını anmadı gelinlerinin. ''Yoksa ahtını bozup kocaya mı verdiler sözlümü ? diye bir kuruntu zihnini yakıp geçti. Olamazdı ama aht vardı ortada. Hem ailesi verecek olsa da yavuklusu çiğnemezdi yar hatırını. Dayanamadı, töreyi bozup sordu sonunda.

-Ana Hediye'm nasıl?

Gözlerini oğlundan kaçırıp başını iki yana salladı anası. Birilerine
ilenerek döğündü.

-Hediye'yi sorma oğul, kız kısmı bunca sene duru mu? Uçurdular yuvadan,
alıcı kuşlar kaptı onu.

Anlayamadı Hüseyin. Söz vermişti ana babası, nasıl uçururlardı yuvadan. Anasının ağzından daha fazlaca gidemedi ama bin bir türlü kuruntuyla geçirdi geceyi. Sabah Tokat'a giden at arabasına binip Örtmeliönü'ndeki ahşap evin önüne geldi. Kalbi pıtır pıtır atarak sekiz yıldır kavuşmayı düşlediği yavuklusunun evini seğirtti uzaktan. İşte çoğu şey bıraktığı gibi duruyor. Gözeler şırıldıyor yol ortasındaki arktan. Hediye'nin bahçesinde kirazlarda çiçek açmış. Evin kafesli penceresinden yavuklusu onu seğrediyor belkide. Siyah perçemleri lal yanağını gölgeliyordur. Öyleyse ne demek istemişti anası. Bakır kapı halkasını vurdu elleri titreyerek. İçeride ses soluk yok, bir daha denedi, yine cevap veren olmadı. Geri çekilip pencerelere baktı, kimsecikler görünmüyordu. Karşı evin önünde kendisini seğreden bir adama sordu,
  • Evdekiler nerede?
  • O evdekiler buradan ayrılalı çok oluyor.
  • Nereye gittiler ki?
  • Geyras'ta bir çiftliğe.
  • Ya Hediye
  • Hediye'ye ne olduğunu bilmeyen mi var Tokat'ta. Kötü yola düştüydü yosma.
El elinde eğlence olduydu. Laf söz ettiler çevreden. Gözümle görmedim ama
birileri alıp, götürüyormuş bazan. Ana babası utancından terk etti buraları
zaten. Hediye'de alıp başını gitti. Dedikoduya dayanamadı dediler. Hatta
giderken söylediği mani kızların dilinde.

Gidiyom elinizden
Kurtulam dilinizden
Yeşil baş ördek olsam
Su içmem gölünüzden

Can alıcı kurşunlara uğradığında bu kadar yıkılmamıştı Hüseyin. Er başına iş gelir demiş ya atalar, böylesi işte gelirmiş demek. Eli ayağı kesiliverirmiş insanın, yıldırım çarpmışçasına yanarmış demek. Karşısındaki adamın anlattıklarını duymuyordu artık. Sekiz yıldır yüreğinde muhabbetini sakladığı, uğrun uğrun hasret çektiği yavuklusunun sesi kulaklarında çınlıyordu. Vedalaşmaya geldiğinde pencerede beliren gölgeyle hatırlıyordu onu. Cephede üzerine top mermisi düşüp parçalanan dostları geldi gözlerinin önüne. O mahşerin içindeyken bile ölümü istemeyen delikanlı bir haberle ölüden beter hale gelirmiş demek.

Ah dönmez olaydım sılaya. Başımın üzerinde vızıldayan kurşunlardan biri yüreğimi parçalasaydı keşke. Canlı canlı kumlara gömülen dostlarımın içinde bende olsaydım. Geri dönmeye sevinmek ne gafletmiş meğer, diye inledi. Ardını döndü konuştuğu adama. Yedi düvel düşmanın yıkamadığı yiğit, omuzları düşmüş bir şekilde döndü köyüne.

Aslan yarim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sende dolan gel beriye
Fistan aldım endazesi on yediye
Az mı geldi gönderdiğim hediye

Bundan böyle Hüseyin'e bahtsız yiğit dediler.''Sevdiceği hoyrat ellerde dolaşırmış, yarine haram olmuş.'' dediler. Örtmeliönü'nün nazlı güzeli, yüzü hiç gülmeyen bir kadın olmuş. Sekiz yıldır hasretini çeken yavuklusu kan kusar olmuş da yabanın destursuzu safasını sürermiş. Aldı başını gitti Hüseyin. Hediye gibi onun nereye gittiğini bilen çıkmadı.

Bereketli elleriyle kızgın sac üzerinde çökelekli gözleme yapan reyhan kokulu Türkmen kadınları bir türkü mırıldanır ki nağmesini duyan, mutlu kızın türküsü sanır onu. Bilinmez ki dünyanın yedi köşesinde gök esin misali tutam tutam biçilen Anadolu evlatlarının yasıdır anlatılan. Çok değil, iki nesil önce al fistanlı bir yosma , çakır gözlerinden akan yaşı kına görmemiş elinin tersiyle silip söylerdi bu türküyü. Irmaklar gibi çağıl çağıl ağlardı söylerken. O da kayıplara karıştı Tokat'ın yitirdiği yağız yiğitlerle beraber. Hac Dağı'nda yatan kırk kızlar kadar meçhul artık.

Üfleme ateşi sönmüş külleri oğul. Kabuk bağlamış yaraları kakşatma. Sus, bilen olmasın Hediye'nin hikayesini. İçleri kıpır kıpır olarak ünlesin kızlar. Varsın onu bir cilveli yosmanın türküsü sansınlar. Hangi yarayı sarmadı zaman, hangi gözyaşı kurumadı toprağa düşünce? Yitirdiğimiz hangi canın yası bizle kaldı ki? Kapat bu bahsi balam, ört kimsenin bilmediği ayıbı. Hediye namuslu bir kadındı.

Cepheden dönen Hüseyin bir daha yavuklusunun yüzünü gördü mü bilmiyoruz. Yahut bildiklerimizi söylememek belki en iyisi. Şuarası kesin ki onların kara bahtını Tokat'ın ipek bürüklere bürünmüş fidanlara benzeyen kızlar türkü yapıp söyledi. Tarihler yazmadı savaşa giden gençlerin geride bıraktığı yüreği yaralı kızların acısını. Onların hatırasını yaşatacak anıtlar dikilmedi hiçbir yere. kara sevdalı gençlerin her biri yaşadı, kocadı, dünyayı terk etti ama halkın hafızası o felaket günlerinde solup gitmiş gülleri canlı tuttu. O gün bu gündür Tokatlı bir güzele vurulana derler ki;

Tokat bir dağ içinde
Gülü bardağ içinde
Tokat'tan yar sevenin
Yüreği yağ içinde.
 

JudeL

La Tahzen innaALLAH'e meane
HanımZade
Katılım
27 Tem 2017
Mesajlar
2,559
Tepkime puanı
6,117
Puanları
0
Cinsiyet
Kadın
Ezo Gelin Türküsü

Ezo Gelin Şu Antep İn Maralı
Ak Elleri Elvan Elvan Kınalı
Avcı Vurmuş Yüreğinden Yaralı
Dağlar, Yüce Dağlar
Derdim Nece Dağlar
Yol Ver Kurban Olam
Yarim Geçe Dağlar

Türkiyenin her bir tarafına Güneydoğu Anadolu’dan yayılmış olan dillere destan olan halk öyküsünün adıdır. Ezo gelin barak ağzıyla sevilen bir uzunhava türküsü oldu halk arasında. Ezo gelin olarak bilinen kişinin gerçek ismi Zöhre (Zühre)dir. 1909 yılında Gaziantep’in Uruş köyünde doğmuştur. Babasının adı Emir Dede’dir. Ezo gelin 20 yaşında bir genç ile evlendirilir. Fakat evlendiği eşi ile geçinemeyerek ayrılmıştır. Daha sonra da Suriye’de Cerablus’un Kozbaş köyündeki teyzeoğlu Memey (Mehmet) ile evlendirilmiştir. Evlilikten belirli bir zaman geçtikten sonra Zühre hasta olur. Kocası çok yoksul fakir birisi olduğundan dolayı onu hastanelere götürüp tedavi ettiremez. Ezo gelin yani Zühre ailesinin ve memleketinin özlemini ve hasretini çeke çeke ölüp gider. Ölmeden önce kocasına ettiği vasiyeti üzerine sınır bölgesinde bulunan tepenin birine gömülür.


 
Son düzenleme:

Yaren

ᔕᗩᗰᎥᗰᎥƳᗴ丅ᔕᎥ乙 ᔕᗩᗰᎥᗰᎥᒪᗴᖇ
HanımZade
Katılım
29 Ağu 2019
Mesajlar
1,260
Tepkime puanı
2,551
Puanları
0
Konum
Sizeneki
Cinsiyet
Kadın
Tridine Bandım..

osmanlı döneminde kastamonu’da her bahane ile halktan vergi toplayan, zalim bir bey varmış. halk ozanları da köy düğünlerinde ve diğer sazlı sohbetlerde beyin bu uygulamalarını, bu adil olmayan düzeni, türküleri ile eleştirirmiş. bu eleştiriler beyin kulağına gitmiş. bey çok kızarak, yöredeki din adamlarına da talimat verir ve kendisine yapılan eleştirilere karşı onları da uyarır. beyin bu kızgınlık ve sözlerini de camilerde imamlar konuşmalarında halka parça parça söyler olmuşlar. konuşmalarda beyi haklı kılacak söylemleri öne çıkarmışlar. ancak ne var ki ozanlar beyin de eğlencelerinin vazgeçilmezleri arasındadır.

bir gün bey misafirlerini ağırlamak için bir şölen düzenler. ozanlar da eğlence için çağrılırlar. ancak bey şu talimatı verir: “bu çalgıcılara herkese verilen yemek, et verilmeyecek. cezalandırılacak. dillerini tutmasını bilecekler. onlara sadece et suyu ve ekmek verilsin. bir de söylemlerinde idare eleştirilmeyecek, eğlence böyle olacak. onun dışında ne yaparlarsa yapsınlar “.

öyle de yapılır. çalgıcılara et suyu ve ekmek verilir. kastamonu’da tirit yemeği et suyuna ekmek doğranarak yapılan bir yemektir. çalgıcılar bu et suyuna ekmeği doğrarlar ve yerler.

eğlenceye sıra gelince ozan bu türküyü yakar. kendisine yapılan bu haksızlığı bey ile dalga geçerek dile getirir. türkü hiciv örneğidir. güldürürken, eğlendirirken, düşündüren, yeren, dalga geçen, gönderme yapan ve ders veren özelliktedir.

şimdi gelelim türkünün sözleri ile neyi anlattığına:

“sabahleyin erken çifte giderken, aman aman
öküzüm torbadan düşmüş, gördün mü?”

öküz kastamonu’da köylünün en çok işine yarayan hayvandır. öküz gücü köylünün asıl dostu ve güçlerinden birisidir. onunla kütükleri dağdan aşırır, onunla çift sürer ve onunla harman alır. kastamonu dağlık engebelik bir yerdir. bir yere çift sürmeye gidildiğinde günün yarısı nerede ise yolda geçer. bu nedenle sabahleyin erken kalkılır ve hemen yola çıkılır. asıl gücü olan öküzün yemlenmesi için zaman yoktur. bu nedenle varılmak istenilen yere gidilirken yolda öküzler boyunlarına asılı torbalardaki yemler ile karınlarını doyururlar. çift sürülecek yere varıldığında hem öküzler bu sayede karınlarını doyurmuşlar hem de zamandan kazanılmış olur. ancak yolda giderken öküzün boynundaki torba düşer ise ve bunun farkına varılmaz ise hayvan çift sürülecek yere geldiğinde aç kalmış olur. dolayısı ile de aç öküz tarlada verimli olamaz. şimdi yukarıda anlatılan bu köylü gerçeği ile yemeği kesilmiş olan ozan arasındaki bir benzetmedir. yani ozan kendisini köylünün esas dostu ve gücü olarak görüp yemeğinin kesildiğini yani “öküzün torbadan düştüğünü” söylüyor. sonra da soruyor köylüye; “bu akıl almaz olayı gördün mü?” diye. sonra devam ediyor:

“amanını amanını amanını yandım
tridine tridine tridine bandım
bedava mı sandın, para virip aldım”

“amanın ben yandım. çünkü yemeğim kesildi. kuru ekmeği suya banıp tirit yiyorum. aç bırakılıyorum. bu bedavadan, hiç yoktan, durup duruken başıma gelen değildi. ben bunun bedelini beyi eleştirerek; bir bedel karşılığı ve anlaşılır olan kısmıyla, para verip ödedim” diyor. sonra devam ediyor:

“manda yuva yapmış söğüt dalına, aman aman
yavrusunu sinek kapmış gördün mü?”

manda yine yörenin önemli geçim kaynaklarından biridir. sütünden, yağından ve gücünden faydalanılır. ancak mandanın derisi tüysüz olup dış zararlılara karşı da korumasızdır. salkımsöğüt dalları yerlere doğru yayılır. böyle yayılmış salkımsöğüt dalları mandalar için gölgelik teşkil eder. mandalar da güneşe karşı dayanıksız olan derilerini korumak için gölgelik yer olarak söğüt dalları arasına yatarlar. işte böyle bir yere yatmış mandanın yavrusu da yanında imiş ve söğüt dalları onları yerde sardığı için “yuva yapmış” gibi olmuşlar. mandanın yavrusu daha ince ve korunmasız olduğundan sinek çok kolay olarak o yavruyu ısırmış. kastamonu ağzında “kapmak” ısırmak demektir. bu şekilde mandanın yavrusunun canı yanmış oluyor. burada anlatılmak istenilen de şudur: manda yani yağı ve sütü ile gücünden faydalanılan köylüdür. köylü kendisini korumak ile görevli beyin gölgesinde bir yuva kurmuş. onun canı ozandır. ozan halkın yavrusudur. ancak korumasızdır. o ozanın canı yandı. bir sinek onu ısırdı. ey köylü sen bunu biliyor musun? bu akıl almaz olayı gördün mü? diyor. türkü nakarat kısmından sonra şöyle devam ediyor:

“sabah ezanını okurken aman aman
müezzin minareden uçtu gördün mü?”

yazının başında beyin din adamlarına talimat verdiğini ve onların da camilerde bey lehine konuştuklarını söylemiştim. bu kıta, beyden yana tavır koyan imamlara eleştiridir. diyor ki; bu zulmü yapana karşı söz söylediğimiz için imamlar da uçtular. onu da kaybettik artık erenlere kavuştular. zulümden yana tavır koydular. bu olmaz şeyi de gördün mü? biliyor musun? diyor.

"aşağıdan gelir türkmen koyunu
selviye benzettim yarin boyunu"

olarak, giriş kısmına, türkünün trt repertuvarına alınması sırasında bir ekleme yapılmıştır. asıl türküde bu bölüm yoktur.

türküye ait birçok hikaye internet ortamında bulunmaktadır. araştırma yapılmadan kopyala -yapıştır yöntemi ile oluşturulduğundan asıl hikaye de gözden kaçar olduğu düşünülerek bu yazı kastamonu yöresinde yapılan araştırmalar sonucu oluşturulmuştur.
 

JudeL

La Tahzen innaALLAH'e meane
HanımZade
Katılım
27 Tem 2017
Mesajlar
2,559
Tepkime puanı
6,117
Puanları
0
Cinsiyet
Kadın
Arda Boylarında Türküsü

Arda boylarında kırmızı erik
Halime’nin ardında on yedi belik
Ah annecim ah annecim yaktın ya beni
Bu genç yasta denizlere attın ya beni


Alıverin feracemi annecim diksin
O gıymatlı İsmail’e kendisi gitsin
Uyan uyan İreceb’im senin olayım
Ardalar aldı ya nerde bulayım

Bir ömür boyu ayrılmamak üzere birbirlerine söz veren iki nişanlı olan Recep ve Zeynep’in huzurlarını köy ağasının oğlu İsmail bozmaktadır. İsmail de Zeynep’e âşık olmuştur ve ona sahip olabilmek için türlü yollara başvurmaktadır. İsmail zenginliğinin verdiği cesaretle Zeynep’in annesine niyetini açıklar, o da İsmail’in elinde bulundurduğu mal varlığına aldanarak işbirliği yapar onunla. Sevdiğine bir başkasının talip olmasına dayanamayan Recep, öfkeyle ağanın kapısına dayanır. Ancak ağa güçlüdür, kendisine karşı çıkan Recep’i ağır bir şekilde cezalandırır. Uğradığı zulme dayanamayarak dağa kaçan Recep’in yokluğunda, Zeynep’in annesi ve ağanın oğlu Zeynep’i evlilik için ikna etmeye çalışırlar. Recep’in bir başka sevdiğinin olduğu ve ona kaçtığı söylentileri köye yayılır. Ve düğün hazırlıkları başlar. Recep ve can dostu Cemil ise dağda ağanın adamlarıyla mücadele ederler. Ağanın adamlarından kurtulmayı başaran arkadaşlar, bu sefer kendilerine dost gibi yaklaşan düşmanlarla savaşmak zorunda kalırlar. Düğün günü sevdiğini kaçırmaya çalışan Recep, sevdiğine bu dünyada kavuşamaz. Zeynep ve Recep’in dillere destan aşkları da bu türkü ile dilden dile dolaşır.




 

Osmanlı Kartalı

New member
Kullanıcı
Katılım
17 Ağu 2020
Mesajlar
38
Tepkime puanı
68
Puanları
0
Yaş
65
Konum
Bursa
Cinsiyet
Erkek
ERZİNCAN'DA BİR KUŞ VAR TÜRKÜSÜ

Erzincan'da bir kuş var
Kanadında gümüş var
Gitti İbiş gelmedi
Elbet bunda bir iş var
XXX
Oy dağlar dağlar dağlar
Gök gürler bulut ağlar
Ağalarsa anam ağlar
Küsuru yalan ağlar
XXX Palanga'nın deresi
Hayli çeker arası
İbiş'imi vurdular
Yedi yerden yarası
XXX ,
Oy dağlar dağlar dağlar
Gök gürler bulut ağlar
Ağalarsa anam ağlar
Küsuru yalan ağlar

ERZİNCAN'DA BİR KUŞ VAR TÜRKÜSÜ'NÜN HİKAYESİ


Olay Erzincan'ın Palanga köyünde geçer. Palanga'da çok namlı bir köy ağası olan ve orada tam yedi köye hükmeden İbiş Ağa bir gün akşam vakti evindeyken bir kişi birden silahıyla kapısına dayanarak zorla içeri girer aralarında ne gibi bir hadise geçtiği bilinmemekle birlikte içeri giren kişi hemen çeker orada İbiş Ağa'yı vurur. Ondan sonra hemen kıratıyla Fırat Nehri'ni geçerek orayı terk eder. Akşam saatlerinde silah seslerinin duyulması üzerine hemen sabah olur olmaz İbiş Ağa'nın akrabaları yanındaki komşularıyla birlikte İbiş Ağa'nın etrafı yüksek duvarla çevrili iki katlı evine giderler ve orada İbiş Ağa'nın kanlar içerisinde yattığını görürler. İbiş Ağa'nın akrabalarının yaptığı ihbar üzerine hemen olay yerine gelen jandarma orada yaptığı çok kısa bir araştırma sonucunda İbiş Ağa'yı vuran kişinin kimliğini tespit eder; "Aziz Ağa" (Kemah-Brastikli Aziz Ağa). İbiş Ağa teneşire konup yıkanırken vücudunda tam yedi kurşun yarası tespit edilir. Hemen daha İbiş Ağa'nın cenazesi kalkmadan önce onu çok seven arkadaşlarından birisi orada bu türküyü yakar.

Kaynak: Muzaffer ÖZDEMİR Bağlama Sanatçısı Essah Hikayeler ve Türkülerimiz Kitabından.

 
Üst
Alt