Sarayönü Camii

[KRSAG=https://img.mevsim.org/images/2020/10/06/800px-SarayC3B6nC3BC_mosque2C_north_Nicosia2C_Northern_Cyprus.jpg][/KRSAG]
Sarayönü Camii, Lefkoşa'nın kuzey kesiminde yer alan bir camidir. Mevcut cami 1902 yılında tamamlanmış olup, daha önce aynı yerde bulunan bina kiliseden camiye çevrilmişti. Tarihsel olarak Lefkoşa'nın idari merkezi niteliğindeki Sarayönü Meydanı'nda yer almış olan caminin meydanla bağlantısı 1960'larda kesilmiştir.

Caminin bulunduğu yerde, Lüzinyan hâkimiyeti döneminde bir Katolik kilisesi inşa edildi. Bazı kaynaklar bu kilisenin Karmelit tarikatına ait olmuş olabileceği üzerinde dursa da, daha yeni çalışmalarda konumu dolayısıyla bunun olası olmadığı ve kilisenin Benediktin Tarikatı'na ait Notre-Dame de Sur Manastırı olduğu görüşü ifade edilmektedir. Gotik mimari özelliklerini taşıyan bu kilise, 1570 yılında Lefkoşa'nın Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilmesi sonrası camiye çevrildi. Bu dönemde Orduönü Mescidi, İbrahim Paşa Camii ve Ali Paşa Camii isimleriyle de anıldı.

Ocak 1900'de yaşanan bir depremde harap olan eski yapı, Kıbrıs Vakıflar İdaresinin eski yapıyı muhafaza etme isteğine karşın Britanya yönetimi tarafından yıkıldı ve yerine İngiliz mimar Fenton Atkinson tarafından tasarlanan, Mağrip mimarisinden etkiler taşıyan bir cami inşa edildi. 1962'de yanına inşa edilen Saray Hotel'in açılmasıyla birlikte ibadete kapatılan cami, 1963 yılında sergi salonu olarak kullanıldı, 1964'ten itibaren ise evlendirme dairesi olarak kullanılmaya başlandı. 2005 yılındaysa Türkiye'de iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi çevrelerinin caminin bu maksatla kullanımına itiraz etmesinin ardından yeni bir evlendirme dairesi yaptırılarak yapı tekrar camiye çevrildi.

Konum


Tarihsel olarak Lefkoşa'nın idari merkezi niteliğindeki Sarayönü Meydanı'nda (resmî adıyla Atatürk Meydanı) yer alan cami, meydanın güneyinde konumlanmaktaydı. Günümüzde İplik Pazarı mahallesinde bulunan yapının adresi Ankara Sokak numara 18'dir. 1960'lı yıllarda inşası tamamlanan Saray Hotel nedeniyle meydanla bağlantısı kesilerek arkada kaldı. Venedik yönetimi tarafından 1550'de Salamis antik kentinden getirilen Venedik Sütunu, Osmanlı döneminde caminin avlusuna yerleştirilmişti. Bu sütun 1915 yılında Britanya yönetimi tarafından buradan alınarak meydana geri yerleştirildi.

Tarihçe


Kıbrıs'taki Lüzinyan hâkimiyeti döneminde, caminin olduğu noktada inşa edilmiş olan bir kilise, adadaki Venedik egemenliği döneminde de mevcuttu. 1488 yılında Lefkoşa'yı ziyaret eden Nicole le Huen'in Voyage à Jérusalem (Kudüs'e Yolculuk) adlı kitabında, kraliyet sarayına yakın, üzerinde Kudüs Krallığı, Fransa Krallığı ve Normandiya Dükalığı armaları yer alan ve dolayısıyla Fransız soyluları tarafından kurulmuş olması muhtemel bir kiliseden bahsedilmekteydi. 1879'da yayımladığı eserinde Louis de Mas Latrie, caminin 14. yüzyıldan kaldığı izlenimini aldığını ve Karmelitlerin şehirde etkin olduğu dönemdeki kilisesinin bu olmuş olabileceğini belirtmekteydi. 1899 yılında araştırmalarını yayımlayan Camille Enlart, bu yöndeki düşünceleri "kabul edilebilir" bulmakta, le Huen'ın metninde geçen konum ve tasvirindekine benzer armaların Mağusa'daki Karmelit Kilisesi'nde de yer alması nedeniyle bu görüşe katılmaktaydı. Bunun yanında, 1302 tarihli tek bir mezar taşı tespit etmişti. Britanya otoriteleri burada 1893 yılında 15. yüzyıla tarihlenen sekiz parça mezar taşı daha bulmuş ve Taş Eserler Müzesi'ne taşımıştı.

Chris Schabel, le Huen ve Enlart'ın paylaştığı bu düşünceye katılmayarak Sarayönü Camii'nin Benediktin Tarikatı'na ait Notre-Dame de Sur Manastırı olmuş olabileceği üzerinde durmaktadır. Schabel, camide bulunan sekiz mezar taşından (birinin tarihini 1303, diğerininkini 1402 olarak verirken diğerlerin 15. yüzyıldan kalmış olabileceğini ifade etmektedir) dolayı burada bir Frenk kilisesi bulunduğundan emin olduğunu belirtmektedir. Konumu dolayısıyla Sarayönü Camii'nin Karmelit kilisesi olma ihtimalinin olmadığı görüşünde olan Schabel; bunun nedenini, gerek dönemin tasvirlerinden Karmelit kilisesinin Baf Kapısı civarında yakın olduğunu çıkarması gerekse Lüzinyanların yaptığı Lefkoşa surlarını yıkıp şehrin çevresini küçülterek yeniden yapan Venedik yönetiminin raporlarından birinin, yeni surların Mula Burcu'nun Karmelit kilisesinin "üstünde" yükseleceğini belirtmesi olarak göstermektedir. Mula Burcu, Baf Kapısı'ndan kuzeye gidildiğinde karşılaşılan ikinci burçtur. Bunlar ışığında Schabel, Sarayönü Camii'nin Karmelit kilisesi olabilmek için "fazla merkezî" bir konuma sahip olduğunu ve bu tariflere Arabahmet Camii'nin konumunun "daha iyi uyduğunu" belirtmektedir.

Diğer yandan Schabel, Sarayönü Camii'nin konumunun Benediktin manastırıyla uyuştuğu görüşündedir. Esasen Benediktin rahibelerin manastırı olarak kurulan Notre-Dame de Sur Manastırı'nın kuruluşu Schabel tarafından 1291'den birkaç on yıl öncesine tarihlenmektedir. Mihalis Olimpios'un Chronique d'Amadi'den (Amadi Tarihçesi) yararlanarak aktardığında göreyse Notre-Dame de Tyre Manastırı'nın "yeniden inşası", 1285-1324 yılları arasında hüküm süren Kral II. Henri'nin kişisel projelerinden biriydi. Bununla birlikte o dönemden kalan bazı kaynaklarda yazılanlar, Schabel ve Jean Richard gibi araştırmacılara, Benediktin rahibelerinin Notre-Dame de Sur Manastırı'nı boşalttıklarını ve bu manastırın Benediktin rahipler tarafından kullanılmaya başlanıp Saint-Jacques (İngilizce kaynaklarda St. James) adını aldığını düşündürmektedir. Bu çıkarımların kesin olarak doğrulanması mümkün olmamıştır. Étienne de Lusignan tarafından yazılan metinlerde Saint-Jacques Kilisesi'nin de Lüzinyan Sarayı'nın yanında olduğu aktarıldığından, bunun Sarayönü Camii'nin konumunda olması olası olarak değerlendirilmiştir. 1507'de Venedik egemenliğinde yazılmış olan bir belgede, Lefkoşa'daki Saint-Jacques şapeliyle birlikte, Saint Mary Magdalen, Saint Clare ve Saint Barbara manastırlarının bakımsız kaldıkları, dolayısıyla bu manastırların Notre-Dame de Tyre çatısı altında birleştirildikleri bildirilmektedir.

Osmanlı dönemi


Kilise, Lefkoşa'nın Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1570 yılında ele geçirilmesinin ardından camiye çevrildi. Bazı kaynaklarda caminin 1820-1824 yıllarında yapılmış olduğu herhangi bir kaynağa dayandırılmadan belirtilse de bu tarihlerden eski bir caminin varlığını gösteren belgeler bulunmaktadır. Bu dönemde cami, vali konağına çevrilen Lüzinyan Sarayı'nın ibadethanesi olarak kullanıldı. 1594 ve 1610 tarihli belgelerde Sarayönü mahallesinde olduğu kaydedilen Sinan Paşa Mescidi'nin, Tuncer Bağışkan tarafından caminin Osmanlı dönemindeki ilk adı olduğu tahmin edilmektedir. Bunun yanı sıra Sarayönü Meydanı önceleri askerî birlikler tarafından karargâh, sonraları da askerî merasim kıtasının konumlandırıldığı bir alan olarak kullanıldığından, cami meydandaki askerlerin de ibadethane ihtiyacını karşılamaktaydı. Bu dönemde meydan için Orduönü adı kullanıldığından caminin anıldığı isimlerden biri Orduönü Mescidi'ydi.

Bu yıllarda cami için İbrahim Paşa Camii adı da kullanılmaya başlandı. Bu isim, Kıbrıs yönetiminin Britanya'ya devrinden sonraya denk gelen 1887 tarihli bir belgede de kullanılmaktaydı. Cami için kullanılan bir diğer isim ise Ali Paşa Camii idi. Burada söz konusu Ali Paşa'nın kim olduğuna dair rivayetler aktaran bazı kaynaklar, 1690 yılında camiyi baştan yaptırmış bulunan bir Kıbrıs valisi olduğu öne sürülen "Kılıç" veya "Kıncı Ali Paşa"nın 1690 yılında caminin önünde idam edildiğini iddia etmektedir. Kıbrıs valilerinin kesin bir listesini oluşturmak henüz mümkün olmamış olsa da, Theoharis Stavridis tarafından bir araya getirilmiş bir valiler listesi 1690 yılında Kıbrıs valisinin adını Ahmed Paşa olarak vermektedir. Bu iddia, Tuncer Bağışkan'ın 2019 yılında yayımladığı çalışmasında yer almazken aynı çalışmada bu kişinin, sadrazamlık yapmış olan Çorlulu Ali Paşa olduğu ve Çorlulu Ali Paşa adına kurulan bir vakfın camiye gelir sağladığı belirtilmektedir.

Britanya dönemi


Usta Nikolaki Kalla'nın 1894 yılında camide yaptığı incelemede, "uzun süre tamir edilmediğinden" dolayı cami duvarlarında çatlaklar oluştuğu belirlendi ve tamirat için Kıbrıs hükûmetine talepte bulunuldu. 22 Mayıs 1894'te, £30 bedeliyle caminin tamir edilmesi ve abdest yerinin üzerine çardak yapılması kararlaştırıldı. 1889 yılında cami avlusunun çevresine bir duvar örüldü ve cami pencerelerine demir parmaklıklar yerleştirildi. Aynı yıl içerisinde caminin önündeki sütunlardan biri eğrildi ve yıkılması hâlinde caminin yapısal bütünlüğüne zarar verebilecek bir duruma geldi.

Ocak 1900'de yaşanan bir depremde cami harap duruma geldi. Önceleri caminin tamiri için birtakım harcamalar yapılsa da, sonrasında yıkılıp baştan yapılmasının mecbur olduğuna karar verildi. Bu bağlamda hükûmet tarafından £300 tutarında bir harcama onaylandı. Evkaf İdaresi muhasebecisinin kayıtlarına göreyse caminin yapılması için £770 tutarında harcama yapıldı. Yeniden yapılacak olan caminin eskisinin temelleri üzerine yapılması ve eski camiden iyi durumda olduğuna kanaat getirilen malzemelerin yeni camide de kullanılması kararlaştırıldı.

Yeni inşa edilecek olan caminin tasarımı 1900 yılında İngiliz mimar Fenton Atkinson tarafından yapıldı. Atkinson, Kıbrıs'taki geleneksel Osmanlı cami mimarisine uyum sağlamak yerine Mağrip mimari üslubundan etkiler taşıyan bir cami tasarladı. Netice Yıldız'a göre, Evkaf İdaresi eski camiyi kubbesiyle beraber aynı duvarlar üzerine baştan inşa etmek isterken, Britanya sömürge yönetiminin caminin yıkılması kararı için gösterdiği güvenlik gerekçesi bir "bahane"den ibaretti. Yıldız'a göre bu noktada Britanya yönetimi kubbeli binaları Osmanlı yönetiminin bir simgesi olarak görmekte ve tercih etmemekteydi. Yeni yapılan caminin çatısının düz olması da bu nedenleydi. Yıldız ayrıca, Britanya yönetiminin bu kararının Sarayönü Meydanı'nı Venedik usulü bir kent meydanına (piazza) dönüştürmek adına gerçekleştirilen bir programın parçası olarak değerlendirilebileceğini ifade etmektedir. Aynı dönemlerde Lüzinyan Sarayı da yıkıldı ve Mahkemeler Binası, Posta Dairesi gibi binalar inşa edildi.

Bu çerçevede harap durumdaki caminin tamamı yıktırıldı. Eski yapıdan kalan sundurmanın mertekleri, çatıdaki kiremitler, kapı ve pencerelere ait ahşap malzemeler, caminin batısında kalan bir alana yığıldı. Caminin minber ve mahfili de sökülerek yanına yerleştirildi. Sonrasında temeline kadar yıkılan eski yapının yerine yapılacak yeni caminin temeli 26 Kasım 1901'de atıldı, yeni cami 1902'de tamamlandı. 12 Ekim 1911 tarihinde ise caminin etrafını çevrelemekte olan duvar, caminin yanındaki evin sahibi tarafından yıkıldı.

1960 sonrası


1962 yılında caminin bahçesindeki şadırvan yıkıldı. Bizans döneminden kaldığı düşünülen, üzerinde Yunanca yazılar bulunan ve bu tarihe dek caminin sağ tarafında duran bir lahit, şadırvanın yıkımıyla birlikte Haşmet Muzaffer Gürkan'ın aktarımına göre "avlunun bir köşesine" atıldı. Sonraları ise Haydarpaşa Camii avlusuna taşındı.

1958-1962 yılları arasında, caminin yanına Saray Hotel inşa edildi. Otelde içkili bir gazino olacağından ötürü caminin ibadete kapatılması ve İplik Pazarı Camii'nin tamir edilerek bölge esnafından oluşan cemaatin buraya yönlendirilmesi kararlaştırılarak 1963 yılında bu yönde çalışmalar yapıldı. 1963 yılının yaz aylarından itibaren bina bir sergi salonu olarak kullanıldı. 30 Ağustos Zafer Bayramı vesilesiyle düzenlenen "İstiklâl Harbi", Mustafa Kemal Atatürk'ün 10 Kasım'daki ölüm yıl dönümü vesilesiyle düzenlenen "Resimlerle Atatürk" ve Aralık 1963'te gerçekleşen "Çocuk Resimleri" sergileri, 16 yaşındaki Ülker Kunt'un çeşitli kültürel miras eserlerini konu aldığı ikinci kişisel sergisi bu dönemde binada gerçekleştirilen sergiler arasındaydı.

1963-1964 yıllarında yaşanan toplumlararası çatışmalardan sonra Lefkoşa'nın Türk kesiminde nikâh kıyılacak bina sıkıntısı baş gösterdi. Bu amaç için ilk olarak Haydarpaşa Camii kullanılsa da, 1964 yılında daha merkezî olan Sarayönü Camii, evlendirme dairesi olarak kullanılmaya başlandı. Sarayönü Camii'nin dinî döşemeleri İplik Pazarı Camii'ne taşındı ve cami cemaati de buraya yöneldi.

1992 yılında Cumhuriyet Meclisinde gerçekleştirilen ve Kıbrıs'taki bazı diğer camilerin de çeşitli amaçlarla kullanılmasının konu alındığı bir tartışma esnasında, caminin evlendirme dairesi olarak kullanılması konusu, muhalefetteki Yeni Doğuş Partisi milletvekili Kenan Akın tarafından gündeme getirildi. Millî Eğitim ve Kültür Bakanı Eşber Serakıncı'nın açıklaması "Ancak din konusunu şu yer şuna dönüştürüldü, bu yer buna dönüştürüldü ve hatta mabetlerimiz amaçlarımızın dışında kullanılıyor diye, kullanılır diye bir ifade kullanarak, Allah'ın gazabı o toplumun üstüne gelecek [galeriye dönüştürülen bir başka camiyle ilgili Nazım Kıbrısî'nin dağıttığı bildiriye atıfta bulunuyor] şekilde yorum yapmak da beni orada çağ dışı düşüncesine doğru gerilere götürür." şeklinde oldu.

2004 yılında konu, Türkiye basınının yaptığı haberlerle tekrar gündeme geldi. Hürriyet'in haberine göre, Türkiye'de iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekilleri konuya ilgi gösterip, "KKTC'de camide çalgılı nikâh kıyılıyor" diyerek Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'e "baskı yaptı". Gül'ün konuyu ilettiği KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat, "Bizde camide düğün yapılmaz. KKTC'de resmi nikah yasayla mecburi kılınınca Lefkoşa'da resmî nikah dairesi için yer aranmış. Sarayönü Camii diye bilinen yer tarihi bir mekân. Zaten cami olarak kullanılmıyordu. Orası evlendirme dairesidir." şeklinde cevap verdi. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ise yeni bir evlendirme dairesi yapılabilmesi için Türkiye'nin Lefkoşa Büyükelçiliğine bağlı Yardım Heyetine teklif götürdü. Bu konuyla ilgili 800 milyar TL tutarında kaynak ayrılması kararlaştırıldı. Sarayönü Camii'nin ise tekrar ibadet işlevine dönmesi veya Saray Hotel'in yanında bulunmasından mütevellit İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılması değerlendirildi. 2005 yılında Yardım Heyetinin çıktığı 600 bin YTL'lik ihaleyle yeni bir evlendirme dairesi yapıldı ve Sarayönü Camii, cami olarak tekrar ibadete açıldı.

Evlendirme dairesi olarak kullanıldığı dönemde camiye takılan klima ve boruların tahrip ettiği duvarlar, yapının tekrar camiye çevrilmesinin ardından yenilendi. 2017'de de kısmi bir tamirat işleminden geçirilen caminin avlusuna da taş döşemesi yapıldı.

Mimari


1900'den önce varlığını sürdüren yapı aslen yarım daire şeklinde bir kubbe ile örtülü şekilde inşa edildi. Gotik mimari özelliklerini taşıyan yapı, Camille Enlart'ın aktardığına göre "pek özellikli değildi ve hiçbir zaman ihtişamlı olmadığı izlenimini uyandırıyordu". 1899 tarihli kitabında ifade ettiğine göre tamamen restore edilmişti. Dış avludan içeriye giriş, kuzeyde yer alan bir kapı ve önündeki sundurma aracılığıylaydı. Enlart bu sundurmanın eskiden binaya girişte kullanılan revaklı bir geçit niteliğinde kullanılmış olabileceğini belirtir. Kuzey cephede yer alan revak, üç "kalın ve kısa" sütun tarafından desteklenmekteydi, bu sütunların başlıkları da "basit" silmelerle bezenmişti. Sütun başlıklarından ikisi sekizgen şeklinde, biriyse yuvarlaktı. Yapının geri kalanı gibi "pek bir stilistik özelliği olmayan" sütunlar, Enlart'a göre "Kıbrıs'ta en çok tercih edilen Gotik sütun başlığı" tarzını yansıtmaktaydı.


1873 yılında şehri ziyaret eden Louis Salvator, caminin "büyük dörtköşe taşlar"dan inşa edilmiş olduğunu, üç "alçak" Gotik kemerin yer aldığı bir sundurmasının olduğunu, yan duvarlarının ise "üzerileri yer yer kazınmış mezar taşları"ndan yapılmış olduğunu yazdı. Caminin içi hakkındaysa "ulusal Türk stilinin melankolik bir örneği" yorumunda bulunan Salvator, mihrabın yanında "gülünç derecede küçük" şamdanlar olduğunu ve yapının yanlarda iki sivri uçlu kemerle desteklenip ışığını yanlardan aldığını aktardı. Caminin sağında bulunan Bizans lahdinin ise bu tarihte bir su deposunun çeşmesi olarak kullanıldığını, ayrıca caminin önünde bir de Türk mezarı olduğunu ifade etti. Bunların yanı sıra caminin çatısının kiremit örtülü olduğu ve harim zemininin mermer ve ahşaplarla kaplı olduğu bilinmektedir.

Günümüzdeki yapı


220px-Saray%C3%B6n%C3%BC_Mosque_11.jpg
Günümüzdeki yapı, kesme sarı taştan inşa edilmiştir. Dış avlusuyla birlikte 400 kişilik cemaat sığacak kapasitededir. Enine dikdörtgen şeklinde, eni doğu-batı istikametinde uzanan bir yapıdır. Son cemaat yeri, caminin kuzeybatısında bulunur. Bu son cemaat yerinin önünde beş, her bir yanında da birer tane kemerli açıklığı bulunur, bu kemerler ahşap eğimli tavanı destekler. Yapıdaki kemerlerin her biri Mağrip İslami üslubuna yakın, sivri, at nalı kemerlerdir. Kemerler, ayakların çıkıntı yapan, üzerinde dal motiflerini işleyen kabartmalar bulunan dirsekler üzerine oturur. Kemerlerin arasında temelden tavana kadar uzanan payeler bulunur, bu payeler tavandaki profil silmelerle birleşir, birleşme noktalarının altında sekiz yapraklı rozet motifleri işlenmiş kabartmalar yer alır. Tuncer Bağışkan, kuzeybatı köşesinde yer alan rozet kabartmasının üstünde kazılı olan Yunanca ita, sigma ve hi harflerinin, kabartmaları işleyen taş ustasının isminin baş harfleri olmasının olası olduğunu ifade etmektedir. Silmeler cami ilk yapıldığında yan yana "ince mermer dikmeler" ile süslenmiş olsa da, bunlar zaman içerisinde kaldırılmıştır.
Son cemaat yerinden cami harimine giriş, sivri at nalı kemerli bir kapı aracılığıyladır. Alınlıkta 1903-1904 (Hicri 1321) yıllarına tarihlenen bir yazıt yer alır. Son cemaat yerinin aksine, caminin tavanı dört yana eğimlidir, bu da dört ahşap sivri kemerle taşınmasından dolayıdır. İskeleti ahşaptan olan çatının üzerisi kiremitle örtülüdür. Çatıyı taşıyan kemerlerin üzerinde bağlantı olarak işlev gören demir kenetler bulunur, bu demir kenetlerin uçları da sekiz yapraklı rozet şeklindedir. İçeriye ışık girmesi, duvarların üst ve alt kısımlarında yer alan pencerelerle sağlanır. Bu pencerelerin dağılımı, kuzey ve güney duvarlarında üstte beşer, altta dörder; doğu ve batı duvarlarında ise üstte dörder, altta ikişer pencere olacak şekildedir. Pencereler dikdörtgen şeklindedir, dış cephede pencereyi barındıracak şekilde yapılmış sivri at nalı kemerler içerisinde bulunurlar.
Caminin mihrabı mermerden yapılmış olup, mukarnas bezemeler, örgü ve servi ağacı şeklinde kabartmalarla süslüdür. Bunun yanında yer alan minber de mermerden yapılmıştır. Merdivenin korkuluklarında, bezeme olarak oval kabartmalar yer alır.

Camiden ayrı duran minarenin mimari anlamda klasik Osmanlı üslubunda olduğu değerlendirilmekte, mevcut yapının mimarisiyle uyuşmamasından dolayı da yıkılmış olan eski camiden kalmış olduğu çıkarımı yapılmaktadır. Kare planlı bir kaidenin üzerine oturtulan tek şerefeli minare, camiye kıyasla güneydoğuda yer alır ve şerefenin alt kısmında klasik Osmanlı mimarisini yansıtan süsler içerir. 1992 yılında restorasyon geçirdi.

Yapının mimari üslubunu değerlendiren Havva Arslangazi, mimar Fenton Atkinson'ın Avrupa'da o dönem yaygın olan eklektik mimariden de etkilenerek oryantalist bir üslup seçtiğini ifade eder. Bununla birlikte Arslangazi'ye göre yapının "küçük boyutu ve dikdörtgen planı, Kıbrıs'a özgü bir karakter" katmaktadır.

Caminin 1962'de yıkılan şadırvanının günümüze ulaşan bir resmi olmasa da, Hizber Hikmetağalar tarafından "altıgen, altı musluklu ve güzel bir yapı" olduğu aktarılmaktadır.
 

lalala

Moderator
Moderator
Katılım
9 May 2019
Mesajlar
833
Tepkime puanı
877
Puanları
0
Yaş
35
Cinsiyet
Kadın
@BaRoN bilgiler için teşkkürler..
 
Üst
Alt