Anlamı:
Neticesinden hayret ve şaşkınlık içinde kaldığımız, hoşumuza gitmeyen bir hareket, bir söz, bir düşünce karşısında "Ölür müsün, öldürür müsün?" diye yakınırız.
Hikayesi:
Vaktiyle köylünün biri hacca gitmiş. Tabii, dönüşte eşe dosta, hısım akrabaya hediye getirmek adetten... Herkese miktarınca hediyeler aldıktan sonra, köyün ağasını da hatırlamış. Hediye konusunda uzun müddet karar verememiş olsa da "Ağamız, başımızın tacıdır, efendimizdir; ona götüreceğim hediye kendime alacağımdan aşağı olmamalıdır." diye düşünerek hacılar adetin e bir şişe zemzem doldurup bir faniye yetecek kadar kefenlik bez kestirmiş. Dönüşte yol yordamınca, hediyelerini sunmak için ağanın eşiğine yüz sürmüş. Gelin görün ki ağanın kahyası, bu durumdan hoşlanmayarak hediyeleri adamın suratına fırlatmış:
-Be adam hiç böyle hediye olur mu?! Ben böyle bir hediyeyi ağaya nasıl takdim ederim?
Köylü husus-i kalple ısrar etmiş:
-Canım kahya, elçiye zeval olmaz; sen heman bunları odasına götür. Ben bunları bin bir emekle ta Hicaz'dan getirdim.
Biraz tartışmadan sonra kahya razı olmuş ve elinde hediye bohçası ile ağanın huzuruna girip meramını şöyle e arz etmiş:
-Ağam serserinin biri Hicaz'dan size kefenlik bez ile gasil suyunuza katılmak üzere zemzem getirmiş. Şimdi ölür müsünüz; öldürür müsünüz?!...