Bizans ikonoklazmı

[KRSAG=https://forum.mevsim.org/images/images/2020/12/28/Clasm_Chludov_detail_9th_century.md.jpg]Bizans ikonoklazmı[/KRSAG]
Bizans ikonoklazmı (Grekçe: Εἰκονομαχία, İkonomahia), Bizans İmparatorluğu'nda ikonaların tahrip edildiği ve ikonalarla ilişkili her türlü dinî pratiğin yasaklandığı dönemdir. Grekçe bir terim olan ikonoklazm, "tasvir kırıcılık" anlamına gelmekle beraber kültürel değer taşıyan çeşitli maddi ögelerin siyasi ya da dinî sebeplerle bilinçli olarak imha edilmesini tanımlamaktadır. Bu düşünceye sahip olan insanlara ikonoklast, karşıtlarına ise ikonolatrai denmekteydi. İki farklı dönem hâlinde cereyan eden Bizans ikonoklazmının ilk devresi III. Leon'un 726 yılında Halki Kapısı üzerinde bulunan İsa heykelini indirmesi ile başlayıp 787'de İkinci İznik Konsili'nin ikonoklazmı lanetlemesi ile son bulurken ikinci devre ise 814'te V. Leon tarafından yine Halki İsası'nın yerinden indirilmesi ile başlayarak 843'te yine bir konsilin ikonoklazm karşıtı kararları ile sonlanmıştır.

Roma paganizmindeki pratiklerden kaynağını aldığı düşünülen ikonalar, sipariş eden kişinin durumuna göre değerli taşlar ya da sıradan ahşaptan imal edilen iki boyutlu tasvirler iken zaman içerisinde bu anlayış değişmeye başlamış ve elbiselere dahi tasvirler işlenmeye başlanmıştır. Özellikle Hristiyanlığın yasallaşmasıyla birlikte hızlı bir şekilde dinde yer edinmeye başlayan ikonaların etrafında hastalık iyileştirme, bela defetme gibi inançlar gelişmeye başlayarak ikonaların kanaması ve konuşması gibi doğaüstü özellikler atfedilmeye başlanmıştır. Bu inançlar On Emir'in "oyma put yapmayacaksın ve onlara tapınmayacaksın" buyruğuna karşıtlık olarak görülüp putperestlikle bağdaştırılarak 4. yüzyılda tepki çekmeye başlamış, bu tepki 8. yüzyıla gelindiğinde ikona karşıtı hareketin doğmasını sağlayacak kadar olgunlaşmıştır.

İkonoklazmın başlamasında Hristiyanlığın kendi öğretilerinin yanı sıra Yahudilik ve İslam geleneklerinin de etkili olduğuna dair düşünceler olmakla birlikte yalnızca dinî değil aynı zamanda askerî, sosyal, ekonomik ve siyasi sebeplerin de akımın başlamasında etkili olduğu öne sürülmektedir. Örneğin manastırların vergiden muaf olması sebebiyle ekonomik, asker kaçaklarının sığınma noktası olması sebebiyle askerî, kamu görevinde çalışması gereken işgücünün keşiş olmak üzere yine manastırlara kapanması sebebiyle sosyal açıdan imparatorların ikonaları hedef seçtiği iddia edilmektedir zira manastırlar ikonaların hürmet gördüğü ve imal edildiği en önemli yerlerdi. Arap sınırındaki Bizans tebaasının ikonalar konusunda Müslüman Araplarla benzer düşüncelere sahip olduğu ve Araplara sempati duymasının bölgenin elde tutulması açısından bir sorun olarak görüldüğü, bu halkların devlete sadakatini artırmak amacıyla ikonoklazmın başlatıldığına dair sav da akımın askerî ve siyasi olası nedenlerine dikkat çekmektedir.

90 yıl bilfiil uygulanan ve imparatorluğu yüzyıldan fazla bir süre karmaşa içerisinde bırakan ikonoklazm henüz 8. yüzyılın ilk yarısında dahi İtalya'nın merkezî idareden kopmasına ve Roma Kilisesi ile ilişkilerin gerilmesine sebep olmuştur. Bunun bir sonucu olarak Roma Kilisesinin Bizans'tan uzaklaşarak Franklar ile yakınlık kurması Papalık Devleti'nin ortaya çıkmasına ve Roma imparatorluk mirasının bölünmesine neden olarak Orta Çağ tarihinde yeni bir dönemin açılmasını sağlamıştır. Buna mukabil siyasi ve dinî etki sahası daralan imparatorluk kendine yeni nüfuz sahaları yaratmak adına misyonerlik faaliyetleri yürüterek özellikle Kiril ve Methodios'un Ortodokslaştırdığı Slavlar vasıtasıyla Roma Kilisesi ve Franklara karşı elini güçlendirmeye çalışmıştır. İkonoklazm aynı zamanda Doğu ve Batı kiliselerinin ayrılmasında da önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilmektedir.

İkonoklazm döneminde Bizans sanatı değişim geçirmiş, dinî sanat haç gibi imgeler etrafında şekillenerek din dışı tasvirler önem kazanmış, heykel sanatı tamamen yok olmuştur. Ayrıca sanat anlayışının belirli pratikler etrafında şekillenmeye başlaması da bu dönemde görülmüştür. İkonoklazmın tasfiye edilmesiyle yeniden canlanan ikona sanatında resmedilen kişilerin görünümleri, sanatçıların kutsal kişilerin tasvirleri üzerinde oynama yapma hakkı olmadığı görüşü ağırlık kazandığından gerçekte nasıl görüldüğünden bağımsız olarak standart hâle getirilmiştir. Örneğin İsa'nın daha öncesinde tasvir edildiği sakalsız ve kısa saçlı görünümü bu dönemden itibaren terk edilerek yalnızca sakallı ve uzun saçlı şekilde resmedilmeye başlanmıştır. İbadethanelerin hangi kısımlarında hangi ikonaların nasıl bir kompozisyonla işleneceği de yine kurallarla belirlenmiş, kurumsallaşan Bizans sanatı Orta Çağ sanatı hüviyetine bürünmüştür.

Etimoloji​


Grekçede "imge" ve "tasvir" anlamlarında gelen ikon (Grekçe: εἰκών) kelimesinden türeyen ikona, Hristiyanlıkta yüce dinî kişilerin tahta üzerine balmumu ile işlenerek ve boyanarak yapılan iki boyutlu tasvirleri olmakla birlikte konu ve amaç bakımından uygun olduğu sürece fresk, mozaik gibi diğer sanat biçimleriyle ortaya konan eserler de bu kapsamda kabul edilmektedir. İkon kelimesinin, yine Grekçe klao (Grekçe: κλάω) yani "kırmak" kelimesiyle birleştirilmesi sonucu oluşturulan ikonoklasia (Grekçe: εἰκονοκλασία), kelime anlamı itibarıyla "tasvir kırıcılık" manasını taşıyan bir cins isim olup sonraki yüzyıllarda tarihçilerin ikona karşıtı dönemi adlandırmak adına kullandığı genel bir terim olarak ortaya çıkmıştır. Bizanslılar tarafından dönemin adlandırılmasında kullanılan orijinal özel isim İkonomahia (Grekçe: Εἰκονομαχία) olup ikon kelimesine "savaş" anlamına gelen mahia (Grekçe: μαχία) kelimesinin eklenmesiyle elde edilmiştir ve "ikona çatışması", "ikona mücadelesi" veya "ikona savaşı" anlamlarına gelmektedir. Bu hareketin destekçilerine ikonoklast (Grekçe: εἰκονοκλάστης, ikonoklastis) yani "tasvir kırıcı" denirken karşıtlarına ise ikonolatr (Grekçe: εἰκονολάτρης, ikonolatris) yani "ikonaperest" denmekteydi. Modern tarihçilikte ikona taraftarlarını tanımlamak için kullanılan terimler "tasvirsever" anlamına gelen ikonofil (Grekçe: εἰκονόφιλοι, ikonofiloi) ve "tasvir hizmetkârı" anlamına gelen ikonodül (Grekçe: εἰκονόδουλοι, ikonoduloi) olup yine sonraki yüzyıllarda ortaya atılmışlardır.

Bizans'ta ikona anlayışı​


[KRSOL=https://forum.mevsim.org/images/images/2020/12/28/Abgarwithimageofedessa10thcentury.jpg]İlk ikona olarak kabul edilen Kutsal Mendil'in Thaddeus tarafından V. Abgar'a verilmesini sahneleyen ve 10. yüzyıla tarihlenen ikona.[/KRSOL]
İkona tapınımının temelleri Roma paganizmindeki tanrı ve tanrıça kültüne dayanmaktadır. Çoğu yerde şehirlerin önemli noktalarına inşa edilen tanrı ve tanrıça heykelleri özel törenlerde buhur yakmak, kandil ile aydınlatmak gibi çeşitli şekillerde ululanmaktaydı ve bu yol antik dünyada saygı göstermenin en yaygın yoluydu. Daha küçük boyutlu heykeller ise festivaller sırasında yıkanıyor, giydiriliyor ve şehirlerde gezdiriliyor, çiçeklerden yapılma çelenklerle süsleniyor, sunaklara yerleştirilerek tapınılıyordu. Tanrı kültleri günlük hayatta da oldukça yaygındı. Örneğin şifa arayışında olanlar sağlık tanrısı Asklepios'a adanan tapınaklarda tanrının heykeline yakın uyur ve dualar ederlerdi. Evlerdeyse bir köşe aile tanrılarına adanır, bu alanlara tanrılara ait semboller konarak hediyeler sunulur ve dua edilirdi. Hristiyanlığın hâkim inanç durumuna gelmesi sürecinde bu gibi dinî pagan gelenekleri zaman içerisinde Hristiyanlaşan halklar tarafından terk edilmemiş ve Bacchanalia'nın yerini hasat kutlamalarının almasında olduğu gibi heykel ve resim sanatı da yerini ikonalara bırakarak değişime uğramıştı. Paganlıktan Hristiyanlığa geçenlerin bu süreçte eski adetlerini yeni inançlarına aktararak eskiden evlerindeki aile tanrılarına ayrılan alanları artık cam kapaklı küçük bir ahşap dolap içerisinde İsa, Meryem ve azizlerin resimleriyle doldurmaya başladıkları düşünülmektedir. Ayrıcalıklı sınıflara mensup kişiler haricinde kimse evlerinde kutsal emanet bulunduramamaktaydı ancak emanetlere atfedilen mucizevi kudret sıradan halk nazarında bu ev ikonalarına da atfedilmişti.
İlk ikonanın elle yapılmamış olan, bizzat İsa'nın kendi yüz hatlarını üzerine çıkardığı Kutsal Mendil olduğu kabul edilmektedir. Hikâyeye göre cüzzam hastalığına yakalanan Osroene Kralı V. Abgar, Kudüs'te yaşayan İsa'nın insanları iyileştirdiğini duymuşsa da hastalığı sebebiyle seyahat edememektedir. Hannan adındaki ulağı ile gönderdiği mektup aracılığıyla ona inandığını belirterek İsa'yı başkent Edessa'ya davet eder. Aynı zamanda resim yeteneği de bulunan Hannan, mektubu ulaştırdıktan sonraki zaman içerisinde İsa'nın resmini çizmeye gayret eder ancak buna muvaffak olamaz. Bunu sezen İsa yüzünü yıkar, kendisine uzatılan mendil ile yüzünü siler ve yüz hatları mendilin üzerine çıkar. Bu mendili de cevaben yazdığı mektup ile birlikte Abgar'a gönderir. Kendisine ulaştırılan mendili yüzüne süren Abgar mucizevi şekilde iyileşir. İsa'nın Abgar'a cevaben gönderdiği mektup Şanlıurfa civarındaki Kırkmağara mevkiinde bir mağaranın içerisinde Grekçe olarak yazılmış bir yazıta işlenmiş olarak bulunmuş ve Max von Oppenheim tarafından 1914 yılında çevrilerek yayınlanmıştır:
Ne mutlu sana Abgar ve Edessa adındaki kentine! Ne mutlu beni görmeden bana inanmış olan sana! Çünkü sana devamlı sağlık bahşedilecektir. Senin yanına gelmem konusunda bana yazdıklarına gelince; bilesin ki, görevlendirilmiş olduğum her şeyi burada tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana, Baba'ya dönmem gereklidir. Sana ıstıraplarını iyileştirmek, sana ve seninle beraber olanlara ebedi yaşam bahşetmek, ayrıca kentine dünyanın sonuna kadar düşmanlar tarafından boyun eğdirilmemeyi sağlamak üzere havarilerimden birisini, Thomas da denilen Adday'ı göndereceğim. Âmin, efendimiz İsa'nın mektubu.
Abgar, şifa bulduktan sonra mendili Edessa şehrinin kapısının üzerindeki bir nişe yerleştirmiştir. Zaman içerisinde yörede yeniden pagan inanışın hakim olması üzerine mendili korumak amacıyla bir piskopos nişin önüne duvar örmüş ve mendil yüzyıllarca bu şekilde saklı kalmış, 544'te Sasanilerin şehri kuşattığı sırada nişin önündeki duvarı açan Hristiyanlar mendili aynı yerde bulmuşlardır. Anlatının devamına göre mendilin hizasında bulunan kiremidin üzerine de mendildeki tasvirin aynısı çıkmıştır.

Hristiyanlığın erken dönemlerinde tasvir âdeti bulunmamaktaydı ve kiliselerin içerisinde tasvir bulundurmak da yasaktı. Hristiyan sanatı haç ve kuzu gibi simgesel bir anlayışa sahipti. Antik Çağ sanatının etkisiyle, didaktik değeri de göz önünde tutularak Hristiyanlığın yasallaşmasıyla birlikte yaygınlaşmaya başlayan ikona anlayışı, 5. yüzyılın ortalarından itibaren günlük yaşamın bir parçası hâline gelerek süratle simgesel tasvirlerin ve hristogramların yerlerini aldı. Özellikle 6. yüzyılın ikinci yarısında ikonalara olan rağbet gerek dinî gerekse de siyasi liderlerin güç gösterileri nedeniyle gittikçe arttı. Hatta 692 yılında toplanan Trullo Konsili'nde İsa'nın sembolik tasvirlerinin yerine cismani görünümüyle resmedilmesi zorunlu tutulmuştu. Konsilin imge yerine tasviri ön plana çıkartan 82 numaralı bu kararına göre gerçek ve inayet, İsa'nın cismani formunda mevcuttu. Cismani Hristiyan imgeleri, 692'de II. Justinianos'un İsa'nın hem uzun hem de kısa saçlı tasvirleriyle altın sikkeler bastırmasına kadar para üzerinde kullanılmamıştı. Bu tarihten sonra İsa, Meryem ve azizler korumalarını temin etmek için sikkeler üzerinde yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı. Bu kültür Patrik I. Fotios’un kendi mühründe bir ikonanın resmini kullanmasından da anlaşılacağı üzere Bizans'ta ikonaların ne denli önemli hâle geldiğini göstermektedir. 8. ve 9. yüzyıllara gelindiğindeyse ikonalar, Bizans sanatının asli unsuru olmuş ve sanat ile zanaat alanlarının yanı sıra sosyal hayatın her alanına tesir etmişti. Üzerleri nakışlı aziz tasvirleri Bizans yüksek zümresinin merasim kıyafetlerini süslemekte ve İsa'nın hayatına dair tasvirler senatörlerin togalarında resmedilmekteydi. Hatta bazen ikonalar çocuklar için vaftiz baba olarak seçilmekteydi.
İkona zanaatı ve sanatı


Değerli metaller ve fildişi, yontulmamış değerli taşlar, mine ve Necef taşı gibi pahalı malzemeleri oyma konusundaki antik becerilerin sürdüğü Orta Çağda ikona anlayışı değişmişti. Antik Roma'dan süregelen din dışı konuların resmedildiği iki yapraklı fildişi tabletlerin imalatı Senatonun varlığı ile birlikte 6. yüzyılda sonlanmış, yalnızca imparatorlar tahta çıkışlarını ya da evliliklerini anlatan fildişi panolar yaptırmayı sürdürmüştür. Orta Çağdan günümüze ulaşmış fildişi plaketlerin çoğu, Hristiyan temalarını yansıtan iki ya da üç yapraklı tabletlerdir. Üç yapraklı tabletlerin bazılarında iki yapraklı olanlardan farklı olarak tüm iç ve dış yüzeyler oyularak süsleniyordu. Fildişi çok pahalı olmaya başladığında taraklar, iğneler ve deniz aygırı dişleri ya da başka kemiklerden yararlanılıyordu. Batı'da ise bu tabletler, parşömenleri koruma amacıyla bir nevi kitap kapağı olarak kullanılmaktaydı. Mücevherler ve işlemeli akiklerle süslenmiş metal çerçeveler üzerine oturtulmuş fildişleri, parşömen el yazmalarının her iki yanında parıldayan altın koruyucular olarak işlev görmekteydi.

Geç Antik Çağda evlerde pagan tanrıların tasvirlerine ayrılan alanların bazıları basit bazıları da oldukça özenliydi. Bazı evlerde tasvirler çerçeveletilerek duvara asılıyorken bazı evlerde ise tasvirleri kapatan menteşeli yan paneller ya da tasvirlerin üzerine örtülen kapaklar bulunabiliyordu. Tasvir yapımında kullanılan teknikler, gerçeğe en yakın görünümü elde etmek üzere gelişmişti. Bunun için tahta parçalar kullanılarak yapılan portreler ankostik teknikle renklendiriliyordu. Bu portreler Mısır'daki Feyyum mumya portrelerinde olduğu gibi çoğu kez cenaze törenlerinde de kullanılmakta, ölünün başı üzerine konmakta ve ölüyle birlikte gömülmekteydi. Bu pagan portrelerin, Hristiyan ikonalarının aynı teknik kullanılarak boyanan öncülleri olduğu ve hatta tanrı tasvirlerinin İsa ile Meryem'in ilk tasvirlerine örnek oluşturduğu ileri sürülmektedir. İsa'yı Zeus gibi resmetmeye çalışan ressamın elinin geçici olarak kuruduğu antik ceza anlatısı da bu iddiayı destekler niteliktedir.

İlk dönem ikonaları teknik ve biçim olarak antik sanatın izlerini taşımaktadır. II. Justinianos tarafından 6. yüzyılda Azize Katerina Manastırı'na yollanan; akostik teknikle ciddi bir yüz ifadesi ile resmedilen Pantokrator İsa ikonası, antik izler taşıyan ikona sanatının en önemli eserlerinden biri olarak gösterilmektedir. 9. yüzyıl, o zamana dek süregelen ikona tekniği birikimi ikonografik temaların zenginleşmesi ve sanatsal dildeki yenilenme ile birlikte yeni biçimsel eğilimlerin ortaya çıktığı bir dönem olmuştur. Ayasofya'nın yarım apsisindeki tahtta oturan ve kucağında çocuk İsa bulunan, iki tarafında da meleklerin yer aldığı Meryem teması özellikle öne çıkmaktadır.

11. yüzyıldan itibaren templonun ve sonrasında ikonostasisin mimari birer element olarak ortaya çıkmaları ikonaların formlarının yayılmasında etkili olmuştur. Sütunlu bir bariyer olan bu formun merkezinde genellikle İsa, Meryem ve dua eden azizlerin büyükçe ikonaları bulunmaktadır. Arşitrav adı verilen üst kısımda daha küçük ebatlarda İsa'ya dua eden on iki havarinin, dodekaorthonun ve Meryem yahut bir azizin hayatından sahnelerin yer aldığı ikonalar bulunmaktadır.

Balmumundan imal edilenlerin yanında mozaik ikonalar da Bizans sanatında önemli yer tutmaktadır. Mozaikler, tekniğine göre büyük parçaların bir araya getirilerek oluşturulduğu büyük ebatlı mozaikler ve toplu iğne başı kadar büyüklükte parçaların bir araya getirilerek oluşturulduğu daha küçük ebatlardaki mozaikler olmak üzere iki farklı şekilde imal edilmekteydi. Pammakaristos Kilisesi'ndeki lacivert maforion giymiş ve ağırbaşlı bir duruşla resmedilen Meryem ve çocuk İsa ikonası, büyük boylu ikonaların ince işçilikli örneklerinden biri olarak gösterilmektedir.

İkona sanatında en çok resmedilen sahne, İsa'nın sağ eli ile takdis işareti yaparken resmedildiği Pantokrator İsa olmakla beraber Meryem tasvirleri olan odigitria, panagia, agiosoritisa ve glikofilusa temaları da oldukça yaygın olarak görülmektedir. 12. yüzyıldan itibaren bu klasik temaların yanında özellikle Sina bölgesinde Filipus, Nikolaos, İoannis Klimakos, İsa'nın çarmıha gerilişi ve müjde gibi temalar daha sık olarak yer almıştır. Bununla beraber tapınma aracı olarak görüldüğünden dolayı sembolik olarak gelişen ikonalarda hiyerarşik sıralama önem arz etmektedir. Örneğin bir kilise süslenirken kubbede Pantokrator İsa ve Meryem ile melekler, üst duvarlarda İsa'nın yaşamından
13. yüzyılın sonundan imparatorluğun dağılmasına dek Paleologos Hanedanı yönetimindeki dönemde devlet her bakımdan sorunlu bir dönem yaşamış olsa da ikona sanatı gelişimini sürdürerek doruk noktasına ulaşmıştır. Ayasofya'daki deisis sahnesi ile Aziz Theodoros Kilisesi'ndeki, Pammakaristos Kilisesi'ndeki ve Hora Kilisesi'ndeki tasvirler dönemin "zarif ve duyguları güçlü bir şekilde ileten" yeni sanat biçimini ortaya koyan önemli örneklerindendir. II. Andronikos tarafından Peribleptos Manastırı'na bağışlanan, arka planında Meryem'in ve İoannis'in acı bakışlarla çarmıha gerilmiş İsa'ya baktıkları sahnenin bulunduğu İsa ikonası ile arka planında müjde sahnesi bulunan Meryem ikonası da dönemin sanatı açısından kayda değer örnekleri arasındadır.
İkonaların manevi anlamı

İmparatorluğun erken dönemlerinde önemli bir felsefi öğreti olarak taraftar bulan Yeni Platonculuk, zaman içerisinde Hristiyan kültürü ile iç içe geçerek ikona kültünün ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır. İkonaların kutsiyeti, tasvir edilen kutsal kişinin benliğini bir şekilde yakaladığı ve o kişiyle ikona aracılığı ile iletişim kurulabileceği inancına dayanıyor ve ilahi güçlerle insanoğlu arasındaki mesafeyi kapatmaya yarayan araçlar olarak görülüyorlardı. Dolayısıyla ikonalara edilen dualar doğrudan tasvir edilen kutsal kişiye yöneltilmiş oluyordu. İkonalardaki tasvirler de bu inanca uygun olarak cepheden iri gözlerle dua eden kişiye bakar biçimde yapılarak duygu belirtmeyen bir ifade büründürülüyor ve manevi bir hava katılarak belli bir ölçüde iletişimin iki yönlü olması, ilahi ve dünyevi hayat arasında bağlantının kurulması amaçlanıyordu. Hristiyanlar, kutsal kişilerin özünü taşıyan bu tasvirlere buna uygun biçimde bütün sadakatlerini veriyor ve oldukça saygılı yaklaşıyorlardı. Çocuğu olmayan Elisabet ve Zekeriya çiftinin Herakleia'daki Aziz Glikeria Kilisesi'ni ziyaretleri sırasında bir ikonadaki azizin kendilerine görünerek onlara çocukları olacağını müjdelemesinin ardından Yahya'nın doğduğunun anlatıldığı öykü ikonalar ile resmedilen kutsal kişi arasındaki özdeşleştirmenin boyutunu göstermektedir. Bu öyküde olduğu gibi ikonalar, bir papaz ya da piskopos aracılığı bulunmaksızın ilahi iletişim sağlıyor ve bağlılıklarını özel olarak gösteren bireylere özel teselli kaynağı olarak bu anlamda pagan ev tanrılarının yerine getirdiği işlevi yerine getiriyordu.

İkona kelimesi, başlarda herhangi bir tasvir anlamına gelmekteyken 4. yüzyıla gelindiğinde özellikle İsa, Meryem, azizler, şehitler, piskoposlar ve keşişlerin balmumu tekniği ile yapılan portreleri için kullanılan bir tabir hâle gelmiştir. İkonalar Noel gibi dinî bayramlarda şehirlerde dolaştırılıyor, Kutsal Cumartesi gibi dinî günlerdeyse kutsal kişilerin tasvirleri mozaik ve renkli freskler şeklinde canlandırılarak teşhir ediliyordu. Boyanan paneller metal, mozaik, mine gibi çeşitli maddeler üzerine kopya edilip çerçeveleniyor, değerli taşlarla bezenmiş gümüş örtülerle örtülüyor ve boyalı yüzü korumak için önlerine gümüşten peçeler takılıyordu. İkonalar, şehirlerin koruyucusu olarak görülüyor ve işgal tehlikesi belirdiğinde koruma sağlaması amacıyla kale duvarları üzerinde gezdiriliyordu. İlk olarak Kamulianai'de bir kadının kuyuda kuru hâlde bulduğuna inanılan İsa tasviri işlenmiş bez parçası ile gerçekleştirilen bu adet, daha sonraları tüm imparatorluğa yayılmıştır. Aynı şekilde Birinci İznik Konsili'nin resmedildiği 318 papazın tasviri Nikaia'da, Meryem'in ikonası ise Konstantinopolis'te aynı önemli görevi yerine getirmekteydi. Bu inanç yalnızca sıradan halk arasında değil; I. Sergios ve Filippikos örneklerinden görüleceği üzere üst derece devlet erkanında da yaygındı. İkona kültü Konstantinopolis'te öyle yer edinmişti ki şehre Theotokos'un koruduğu şehir anlamına gelen Theotokopolis adı konmuş, II. Mehmed'in şehri kuşattığı sırada son kez şehri koruması amacıyla gezdirilen Meryem ikonasının yere düşmesi halkın moralini son derece bozmuştu.

Antik tanrıların kültlerinin heykel ve resim yoluyla yayılmasına benzer şekilde azizlerin öykülerinin yayılmasında da ikonalar aynı işlevi yerine getirdiler. Hristiyan hacılar gittikleri yerlerde azizlerin tasvirleriyle süslenmiş kiliseler buluyorlar, bu kiliselerde bulunan bazı ikonalar şifa kaynağı olduğu kanıtlanan güçlü bir sağaltıcı sıvı yayıyorlardı. Bu yolla iyileştiğine inanan hacıların sağaltıcının tasvirini taşıyan kilden ya da gümüşten mataralar, kapaklı portatif ikonalar ve kolyelere takılan ikonalar gibi eşyalar azizlerin öyküleriyle birlikte farklı diyarlara yayılmıştır.

İkonoklazm döneminin kaynakları​


İkonoklastların imparatorluk fermanları, ikonoklast konsillerin kararları, ikonoklastların teolojik ilmi eserleri gibi bütün çalışmalar ikonofiller tarafından yok edilmiştir. Bu yapıtlardan günümüze ulaşan metinlerse ikonofillerin, ikonoklastların tezlerini çürütmek adına kaleme aldıkları eserlerdeki alıntılardan ibarettir.

İlk ikonoklazm döneminin temel kaynakları 769 yılına dek Patrik I. Nikiforos ve 813'e kadar da Theofanis'in kronikleridir. Her iki kronik yazarı da ikonofil görüşe mensup olduğundan eserlerinde yanlı bir anlatım söz konusudur. I. Germanos'un mektupları ile İoannis'in Logoi Apologitikoi Pros tus Diavallontas tas Agias İkonas adlı eseri de ilk dönemin önemli kaynaklarındandır. Aynı zamanda İoannis, Kudüs Patriği İoannis ve Georgios Kiprios'tan yararlanılarak oluşturulan ve Adversus Constantinum Cabalinum adı ile bilinen anonim eser de yine döneme ait başvuru kaynağıdır.

İlk dönem kaynaklarında görülen yanlı anlatıma dair eğilim, ikinci ikonoklazm dönemine ait eserlerde de mevcuttur. Bu döneme ait olan Georgios Amartolos'un kroniğinin yalnız 813'ten 842'ye kadar olan bölümü özgün kaynak olarak değer taşımakta olup daha önceki döneme ait olan kısmı ağırlıklı olarak Theofanis'ten kopya edilmiştir. 10. yüzyılın ortalarına ait olan ve Theofanis'in ele aldığı dönemin hemen sonrasından itibaren başlayan Simeon Metafrastis'in kroniği, yine 10. yüzyılda eser veren İosif Genesios'un ilk üç kitabı, daha sonraları Oi meta Theofanin adıyla bilinecek olan çok yazarlı eserin ilk üç kitabı ve 11. yüzyıl devlet tarihçisi Leon Grammatikos'un kroniği ikinci ikonoklazm döneminin kaynakları olarak önem arz etmektedir. Teolojik açıdansa döneme ait en önemli eserler Studios Manastırı İgumenosu Theodoros'un yazı ve mektuplarıyla yine Nikiforos'un yazılarıdır. Theofilos'a ikonoklast politikalara son verilmesine yönelik istekleri içeren ve Doğu patrikleri tarafından gönderilen mektuplar da dönem kaynakları arasında bulunmaktadırlar. İkinci İznik Konsili'nin toplantı tutanakları da içerdiği Hieria Konsili'nin tebliğleri nedeniyle ilgi çeken başvuru noktalarındandır. Aynı şekilde Konstantinopolis Konsili'nin kararları ise Patrik Nikiforos'un aktarımı sayesinde günümüze ulaşmış durumdadır.

Bir şehide ithaf edilerek yazılan hagiografik eserler de doğaları gereği taraflı bir dille yazılmış olmalarına rağmen başvurulan kaynaklar arasında yer almakta olup aynı zamanda pek çok azizin hayatına dair bilgiler yine bu eserlerden öğrenilmektedir. Örneğin V. Konstantinos devrine ait olan ve ikonofillere yönelik takibata dair bilgiler içeren Ayasofya Diakonosu Stefanos'un Vita Stephani Iunioris adlı eseri ile Medikion Manastırı İgumenosu Nikitas'ın 824'teki ölümünün ardından öğrencisi Theosteriktos'un kaleme aldığı biyografik eser hagiografik yapıdadırlar. Filaretos Eliimon'un 822 yılına tarihlenen hagiografik biyografisi de Bizans iç meseleleri konusunda kayda değer eserlerdendir. Gothia Piskoposu İoannis'in biyografisi ile Amorion'un 42 Şehidi'nin anlatıldığı eser de bu türde kaleme alınan kıymetli yapıtlardır.

Bulgarlar ile olan ilişkiler üzerine Diigesis ve Monemvasia Kroniği önemli kaynak eserler olmakla birlikte, Emevîler ile olan ilişkilerde Taberî'nin aktarımları önem arz etmektedir. Ayrıca dönem Bizans idari yapısı üzerine bilgi veren Arap bilginler İbn Hurdâzbih, İbn Kudâme ve İbn'ül-Fakîh özellikle ordunun yapısı ve thema sistemi konusunda öne çıkan kaynaklardır. Ayrıca Digenis Akritas'tan da Emevîler ile ilişkiler bağlamında yararlanılmaktadır. Papalık ile Bizans arasındaki ilişkiler bakımındansa Vita Gregorii III, doğruluğuna dair şüpheler olsa da II. Gregorius'un III. Leon'a yazdığı mektuplar ile II. Gregorius'un I. Germanos'a yazdığı mektuplar birincil kaynaklardır. Batı dünyasının ikonoklazma bakış açısı konusunda da Libri Carolini ile I. Hadrianus'un Şarlman ve Bizans imparatorlarına yazdığı mektuplar önemlidir.

İkona tartışmaları ve ikonoklazmın nedenleri​


250px-Nuremberg_chronicles_f_108r_1.png
Nürnberg Kroniği'nde yer alan ve Luka'nın odigitria tasvirini yaparken resmedildiği bir çizim.
Kilise Babalarının doktrinlerine göre ikona, kavranabilir dünyanın somut bir suretidir. Buna paralel olarak gerçek dünyanın bir yansımasından ibarettir ve asıl surete benzerlikleri nedeniyle özel bir öneme haizdirler. Bu temel teorinin yanı sıra erken Hristiyanlık dönemine ait Luka anlatısı da ikonaların kutsiyetine dair önemli bir referans noktasıdır. Anlatıya göre Luka, Meryem ve çocuk İsa'nın resmini yapmış, bu tür ikonalar ve daha sonraki bütün kopyaları kutsal niteliklerini Luka'nın bu resminden almıştır. Öykünün öznesinin "hem bir şehit hem de bir aziz olan Luka olması" ikonaların kutsiyetini ve meşruiyetini tartışılmaz kılmaktaydı. Bir başka anlatıda ise Luka henüz Meryem hayattayken onun bir tasvirini yapar ve Meryem bundan memnun kalır. İkonoklazm araştırmacılarına göre, tasvir yapılmasının Meryem gibi kutsal bir kişi tarafından memnuniyetle karşılandığı bu öykü de ikonofiller için önemli referanslardan biri olmuş olmalıdır.

İkonofillerin öne sürdüğü bir diğer yaklaşım tasvirlerin didaktik amaçlı kullanımına ilişkin olandır.Okuryazarlık oranının düşük olduğu Geç Antik Çağ ve Orta Çağda Kitâb-ı Mukaddes'in içeriğinin okuma yazma bilmeyenlerce anlaşılmasını sağlamak amacıyla görselleştirilmesi Batı Hristiyanlığında benimsenmiş ve Papa I. Gregorius'un vaazlarında kutsal metinlerin tasvirler yoluyla insanlara aktarılmasını teşvik etmesi bu konuda önemli bir eşik olmuştur. 6. yüzyılın sonlarında Marsilya piskoposu bütün ikonaların kiliselerden çıkartılıp yok edilmelerini emretmişti. Papa I. Gregorius mektubunda, beşeri hiçbir şeye aşırı sevgi beslenemeyeceğinden bahsederek buna dair çabasından dolayı Marsilya piskoposunu övmüş ancak tasvirleri tahrip etmesinden dolayı da kınamıştır Çünkü piskopos böyle yaparak tarih eğitimi alacak imkânı ve okuma yazması olmayanları, okuyarak öğrenemeyecekleri şeyleri duvarlardaki resimlere bakarak öğrenme fırsatından mahrum bırakmıştı. I. Gregorius'un ve diğer pek çok diğer kişinin gözünde bu tasvirler halkın eğitimi hususunda birer araçtılar. Batı'daki ikona sanatı da bu nedenle öyküleyici olarak gelişmişti fakat Bizans sanatında görülen ikonalar sembolikti Buna rağmen papa gibi önemli birinin bu yaklaşımı öne sürmesi, ikonaların her reddedildiği dönemde bir dayanak noktası olarak kullanılmıştır.

5. yüzyıldan itibaren olağan duruma gelen ikona kullanımı, 6. ve 7. yüzyıllarda kutsal kişiler ile ilahi iletişim kurmanın bir aracısı olarak görülmekten çıkmış, kendi başına ilahi ve cismani nitelik taşıyan kutsallar olarak tapınılır hâle gelmiş; buna uygun olarak ikonaların ağladığına, kanadığına, konuştuğuna dair rivayetler oluşmuştu. Bacağına ok atılan Meryem ikonasının çığlık atması, göğsüne bıçak saplanan İsa ikonasının durmaksızın kanaması gibi rivayetler halk arasında yaygındı. Aynı şekilde ikonalar şifa arayışında da önemli hâle gelmiş, insanlar ikonaların önünde secde edip onlara yüz sürerek, ikonalardan kazıdıkları parçaları su ile karıştırıp içerek şifa arar olmuşlardı. Bu rivayetlerin dilden dile aktarılması, zamanla iç içe geçmiş farklı rivayetler de ortaya çıkarmaktaydı. Filistin'de bir Yahudi'nin İsa ikonasına mızrak saplamasına dair olan rivayet buna örnektir. Anlatıya göre Yahudi kişi, İsa ikonasına mızrağını sapladığı anda ikonadan kan akmaya başlar; bu kanı yüzüne süren körler görmeye başlar, sakatlar ilgili uzvuna sürdükten sonra iyileşir. İnanışa göre bu mızrak, Birinci Haçlı Seferi sırasında bulunmuş, daha öncesinde Berkyaruk'a mağlup olarak geri çekilen Haçlı kuvvetleri mukaddes mızrak sayesinde kuvvetlenerek düşmanlarını alt etmiş ve daha sonrasında emaneti I. Aleksios'a göndermişlerdir.

İkonoklastların savlarını hangi sebepler üzerine inşa ettikleri, bu fikri savunan yazmaların yok edilmesi nedeniyle günümüzde net olarak bilinmemekle birlikte birçok varsayım türetilmiştir. Bu konuyu irdeleyen kimi araştırmacılar ikonoklazm politikasının temelinde dinî sebeplerin yattığını belirtirken diğer bir kısım ise sebeplerin siyasi ve sosyal yönüne de dikkat çekmişlerdir. Yunan Bizans tarihçisi Konstandinos Paparrigopulos'a göre kutsiyet atfedilen eşyaları yasaklayan, manastırların sayıların
düşürürken temel Hristiyan öğretilerine dokunmayan dinî reformun yanında sosyal ve siyasi nedenler de bulunmaktaydı. İkonoklast imparatorların amacı halkın eğitimini din insanlarının elinden almaktı ve bu imparatorlar, toplumun en aydın kesimini oluşturan yüksek seviyedeki dinî kişiler ile ordu tarafından desteklenmekteydiler. İkonoklast reformların en nihayetinde başarısız olmasının sebebi halkın sıradan insanlar, özellikle de kadınlar ve keşişlerden oluşan çoğunluğunun ikonalara bağlı olması ve reformlara aşırı derecede düşmanlık beslemelerine dayandırılmalıdır. Görüşlerini bu şekilde özetleyen Paparrigopulos, konuyu çok yönlü olarak irdelemesi ile bunu gerçekleştiren ilk tarihçi olmuştur.

İkonoklazma dinî bakış açısından yaklaşan varsayımlardan birine göre ikonoklastlar inançları gereği tasvirlere ibadeti yasak olan ve bu tarz teşebbüslere karşı çıkan Yahudilikten etkilenmiştir. Musa'nın halkına duyurduğu On Emir, "Oyma putlar yapmayacaksın ve onlara tapınmayacaksın." diye emretmekteydi ve yukarıda sözü edilen ikonalardan şifa dileme, ikonaların konuşması ve kanaması gibi inançlar bu emir gereğince putperestlik olarak yorumlanmıştır. Bu yasak, Eski Ahit'in Çıkış kitabı 20. babındaki "Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben, tanrın Rab, kıskanç bir tanrıyım." ayetinde açıkça belirtilmekte ve Tesniye kitabının 4. ile 5. bablarında da çok kez tekrarlanmaktaydı. Ayrıca Pavlus'un Romalılara mektubunda da "Akıllı olduklarını ileri sürerken akılsız olup çıktılar. Ölümsüz Tanrı'nın yüceliği yerine ölümlü insana, kuşlara, dört ayaklılara, sürüngenlere benzeyen putları yeğlediler." denilerek tasvir yapmanın yanlışlığı üzerinde durulmaktaydı.

Kitâb-ı Mukaddes'tekine benzer bir etki, 7. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Müslümanlar tarafından gelmiştir. Kur'an'ın Mâide suresinin 93. ayetindeki "Ey iman edenler! [Aklı örten] içki [ve benzeri şeyler], kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz." ifadesinden ve tasvir karşıtı bazı hadislerden hareketle Müslümanlarca tasvirlere hürmet göstermek hoş görülmemekte, hatta bazı durumlarda putperestlik olarak nitelenmekteydi. Theofanis'in "Sarazen kafalı" betimlemesinden yola çıkan Jean-Claude Cheynet ve John Julius Norwich gibi bazı tarihçiler, Emevî Halifesi II. Yezîd'in kendisini ölümcül bir hastalıktan kurtaran Yahudi bir büyücünün iknası ve kendi inancı uyarınca, ikonoklazmın başlamasından üç yıl önce, Hristiyan tebaasına ait kiliselerdeki ikonaların yok edilmesini emretmesinin III. Leon'a ilham olduğuna dair görüş belirtseler de çoğu tarihçi bu türden bir etkinin olanaksız olduğu fikrindedir. İkinci İznik Konsili'ne Doğu piskoposlarını temsilen katılan İoannis adlı din adamının konsil kararları arasında yer bulan bu anlatısı, ikonoklazm ile İslam arasında ilişki kuran en eski teoridir.

İslam etkisi eksenli diğer bir teoriye göreyse özellikle Ortodoks Kilisesi tarafından kâfir olarak kabul edilen, imparatorluğun doğu topraklarında oldukça yaygın olan monofizitizm ve Pavlusçuluk mezheplerine mensup halkların Araplarla olan ilişkileri sırasında İslam'daki tasvir yasağından etkilendiği yönündedir. Bu mezhepler Kalkedon Konsili'nin İsa'nın kişiliğini ikiye bölen kararını reddetmekte ve İsa'nın iki niteliğe sahip tek bir kişilik olduğunu savunmaktaydılar. Ayrıca ikonalar başta olmak üzere her türlü dinî külte karşı çıkmakta ve ruhban sınıfını "şeytan işi" olarak görmekteydiler. İkonoklazmı başlatan III. Leon ve hanedanı Kuzey Suriye kökenli, 9. yüzyılda ikonoklazmı tekrar başlatan V. Leon Ermeni, II. Mihail ve onun oğlu Theofilos ise Frigia eyaleti doğumluydu. Yani tüm ikonoklast imparatorlar doğu eyaletlerinden gelmekteydi ve doğudaki İslami ile Yahudi bakış açılarından etkilenen bu dinî bakış açıları kendileri için oldukça tanıdıktı. Bu dinî gelenek içerisinde büyümüşlerdi ve imparator olmaları üzerine paganizmin dirilmesini durdurmayı ve gerçek kabul ettikleri inancın yeniden tesis edilmesini amaçlayan tamamen dinî amaçlı bir reform gerçekleştirmiş olabilirlerdi. Bir başka bakış açısıyla ise klasik dönemdeki merkezî otorite tarafından sapkınlık olarak görülen kendi dinî görüşlerini politikalarının merkezine koyarak bunu bir hesaplaşma olarak görmüş olmalarıdır. Bu yönüyle olay, "semitik" Doğu dünyası ile Yunan sanatı geleneğine dayanan Batı dünyasının bir çekişmesi olarak farklı anlam kazanmaktadır. İmparatorluğun iç siyasetinde uzun zamandır karmaşanın hakim olması, doğu sınırının Araplar ve batı sınırının Bulgarlar ile Slavlar tarafından tehdit altında olması, Thira Adası'nda büyük bir yanardağ patlamasının gerçekleşmesi; ikonoklastların üst üste yaşanan bu felaketler yoluyla Tanrı'nın kendilerini cezalandırdığı şeklinde yorumda bulunmalarına yol açmıştır. Özellikle yanardağ patlamasının yarattığı dehşet Theofanis ve Nikiforos'un kroniklerinde geniş bir yer tutmaktadır. Bu felaketlerin defedilmesi içinse canlanan putperest adetlere yani ikona kültüne Tanrı'nın buyruğu uyarınca son verilmesi gerektiğini düşünmeleri olasılıklar dahilinde görülmektedir.

Siyasi saiklere yönelik bakış açısına göre otokratik eğilimli bir lider olan III. Leon'un nihai amacı ikonaları yasaklayarak halkı dinî kurumların etkisinden kurtarmak ve dinî bakımdan yekvücut olan halk üzerinde sınırsız bir güce sahip olarak eline geçirdiği dinî gücü siyasi düşüncelerini gerçekleştirmede yardımcı olmak üzere kullanmak istemesidir. Buna göre 7. ve 8. yüzyıllarda ikonaların halk üzerindeki tesirinin gitgide artması, buna bağlı olarak ikonaların koruma altında tutulduğu manastırların etkisinin de güçlenmesi başrahip olan imparatorun dinî otoritesinin sarsılmasının yanı sıra devletin idari gücünün de erimesine sebebiyet vermekteydi. Örneğin halkın 626'da Avarların, 674 ve 717'de Arapların Konstantinopolis kuşatmalarının püskürtülmesini Meryem ikonasına bağlamaları imparatorun askerî ve siyasi liderliğinin göz ardı edildiğini göstermektedir. İmparatorun otoritesini sarsan diğer bir ögeyse kendilerini dünyevi hayattan soyutlayan kilise denetimi dışındaki bir hareket olan Manastırcılığı takip eden ve spudaioi (hevesli kişi) ya da filoponoi (gayretli kişi) denen keşişlerin etkisiydi. C. N. Uspenski'nin teorisine göre kutsal addedilen bu yaşam tarzından etkilenen insanlar sosyal ve ekonomik hayata katılmak yerine manastırlara kapanıyordu. Bu yaşam tarzının ve manastırların gittikçe yaygınlaşması erkeklerin tarım yapmak, kamu hizmetlerini sağlamak, askerlik yapmak gibi ekonomik, sosyal ve askerî görevlerini ifa etmek; kadınların ise çocuk doğurarak nüfusun artmasını sağlamak yerine inzivaya çekilmeleri nedeniyle merkezî hükûmeti ettiği kadar kadar kiliseyi de rahatsız etmekteydi zira bu bağımsız manastırlar kilisenin dinî etkisini de törpülemekteydiler. Manastırların kaçak askerlerin sığınma yeri hâline gelmesi ve ibadet evlerinin dokunulmazlığı yüzünden sığınan bu kaçaklara herhangi bir yaptırım gerçekleştirilememesi ise mevcut asker sayısının erimesine yol açmaktaydı. Küçük Asya'daki nüfusun iki yüzyıldır süren iskân politikaları sonucu halen merkezî hükûmetin arzu ettiği noktaya gelmemesi, üzerine 740'ların ikinci yarısında baş gösteren hıyarcıklı veba salgını ile nüfusun iyice azalmasına ek olarak var olan nüfusun da manastırlara sığınması ayrı bir sorun teşkil etmekteydi. Aslında gündelik yaşamın yüklerinden kaçmak için manastırlara sığınma olayı 1. yüzyıldan itibaren görülmekteyse de 8. yüzyıla gelindiğinde imparatorluğun darboğaza girmesiyle bu durum göze batmaya başlamıştır. 775 yılında 7 milyon olan Bizans toplam nüfusunun yanında aynı sıralarda ikonoklazmın 35 yıldır uygulanıyor olmasına rağmen keşiş sayısının 100 bine kadar çıkmış olması manastır hayatının sosyal düzeni ne şekilde etkilediğini göstermektedir. Bir başka siyasi neden olarak da tasvirleri yok etmek suretiyle, tasvirleri kabul etmeyen Yahudiler ve Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında daha yakın ilişkiler kurulmasının önünde duran başlıca engellerden birisinin kaldırılarak dinî yakınlaşmanın bu iki zümrenin imparatorluğa tabi olmalarını kolaylaştırması ve kendileri gibi tasvir karşıtı olan Müslüman Araplarla yakınlaşarak siyasi etkileri altına girmelerini engellemek gösterilmektedir.

İkonoklazmın nedenini ekonomik bakış açısıyla açıklayan teori de yine manastırlarla ilgilidir. Manastırlar yüzyıllar içerisinde halktan aldığı her türlü bağışla oldukça zenginleşmişlerdi. Değerli eşya ve paraların yanı sıra çok sayıda araziye de sahip olan manastırlar, 7. yüzyıla gelindiğinde imparatorluktaki tarıma elverişli arazilerin neredeyse üçte birini ellerinde tutmaktaydı. Aynı zamanda dinî kurum olmaları dolayısıyla vergiden muaf tutuluyorlardı. Böylelikle devlet hem manastır denetimindeki arazilerden elde edebileceği mahsulleri hem de bu mahsuller üzerinden alınabileceği vergi gelirini elinden kaçırıyordu. Bu gibi nedenler dolayısıyla imparatorluğun 8. yüzyılda içine düştüğü askerî, ekonomik, dinî, siyasi ve sosyal sıkıntıların kaynağı görülen manastırlar tüm bunlara ek olarak her türlü ikonanın üretim merkezleri olmaları dolayısıyla da merkezî otoritenin hedefi hâline gelmiştir.

4. yüzyıl içerisinde Bizans sınırları içerisinde kiliseler tasvirlerle süslenmeye başlanmış, o ve sonraki yüzyılda bu eğilim giderek artmış ve kilise içerisinde de gelişmeye devam etmiştir. Bu durum en başından beri kendi muhaliflerini yaratmış, henüz 310-312 yılları arasında toplanan Elvira Sinodu'nda kiliselerde ikona bulundurulmaması ve duvarlara işlenmemesi karara bağlanmıştır. Aynı yüzyıl içerisinde yazdığı bir eserde kilise tarihçisi Eusebios; İsa, Pavlus ve Petrus'a ait ikonalara ibadet edilmesini "putperestlerin bir alışkanlığı" şeklinde yorumlayarak Kitâb-ı Mukaddes'in ikonaları yasakladığını belirtmekteydi. Ayrıca aynı yüzyılda Epifanios, üzerinde İsa'nın ya da azizlerinden birisinin tasvirinin bulunduğu bir perdeyi "kiliseyi kirlettiği" için paramparça ettiğini yazmaktaydı ve I. Theodosius'tan ikonaların yasaklanmasını istemekteydi. 5. yüzyılda Suriyeli bir piskopos da makamına atanmadan önce ikonaları lanetlemişti. 6. yüzyılda Antiohia'da patlak veren ciddi bir ayaklanma ikonofilliğe karşı bir tavra dönüşmüş, Edessa'da ayaklanan askerler İsa'nın mucizelerini gösteren tasvirleri taşa tutmuşlardı. 7. yüzyılda da tasvirlere karşıt eğilim artarak devam etmiş, 8. yüzyılın başında Nakoleia Piskoposu Konstantinos ile Klaudiopolis Metropoliti Thomas öncülüğünde ikona karşıtı bir akım başlamıştır.

İkonofillerin ikonalara gösterdikleri alaka, bazı seferler resmedilen kişi ve olaya saygı göstermenin ötesinde o tasvirin bizzat kendisini ya da yapıldığı malzemeyi ön plana çıkartıyordu. Dindar Hristiyanların gözünde ikona kültü bu minvalde paganizmin uygulamaları ile bağdaştırılmaktaydı ve cansız varlıklara gösterilen bu tavır da bunun bir delili olarak gösterilmekteydi. Bu durum ise pek çok dindarın gözünde büyük bir günahtı. Onların gözünde cansız varlıklara gösterilen hürmet bunların pagan pratikleri ile olan benzerliklerine delildi. Gittikçe yaygınlaşan ve taraftar toplayan bu fikir 8. ile 9. yüzyıllara gelindiğinde ikonalara karşıt hareketin doğması için yeteri kadar olgunlaşmıştı.

İkonoklazm öncesi durum​


Bizans'ta dinî bir çatışma ortamının gelişmekte olduğu, monotelit inanca bağlı olan Filippikos'un girişimlerinden görülmektedir. İktidara gelmeden 30 yıl önceki Üçüncü Konstantinopolis Konsili'nde inancı mahkûm edilen Filippikos, iktidarının ikinci yılında konsilin bu kararını kaldırmış; monotelitizmi resmen kabul edilen tek inanç hâline getirmiş ve saraydaki konsil oturumunun resmedildiği tablo ile yine sarayın Milion Kapısı'ndaki konsille ilgili kitabeyi yerinden indirterek yerine Patrik I. Sergios'un resmini koydurtmuştur. Bunu yaparken aralarında daha sonra patrik olacak olan Germanos da dahil olmak üzere ruhani sınıftan da destekçi bulmuştur. Buna karşın II. Justinianos ile dost olan ve onu bir isyan ile tahtından indiren Filippikos'a karşı düşmanlık besleyen Papa Constantinus, imparatoru tanımayarak konsilin Aziz Petrus Bazilikası'nın duvarlarında özel olarak resmedilmesi emrini vermiş ve imparatorun adının sikkeler, dualar ve kronikler dahil olmak üzere hiçbir yerde anılmamasına dair bir karar çıkartmıştır. Filippikos her ne kadar ikona kültünün dinî manasına yönelik bir tavır takınmamış olsa da papa ile arasındaki çekişmede tasvirin sembolik önemini bir tartışma konusu olarak ortaya koymuş, bu durum tasvirin iki görüş arasında kabulü yahut reddi olarak vuku bulmuş ve kristolojik tartışmaları yeniden canlandırmış olması nedeniyle ikonoklazmın habercisi olarak görülmüştür.

Filippikos'un ardından onun protasekretisliğini yapan Artemios, II. Anastasios adıyla tahta oturmuş ve selefinin monotelit fermanını iptal ederek tablo ile kitabenin yerine konmasını sağlamıştır. II. Anastasios'un ardından 715 yılının sonlarına doğru tahta oturan III. Theodosios'un yaklaşık iki yıllık iktidarı dönemindeki olaylar daha sonra imparator olacak olan Anatolikon Stratigosu Leon'un etrafında cereyan etmiştir.

İlk ikonoklazm dönemi​


III. Leon devri
Hora Kilisesi'nin duvarlarına işlenen bu İsa ikonası Halki Kapısı'nın üzerinde bulunan İsa heykeli ile aynı görünüme sahip olduğu düşünüldüğünden Halki İsası olarak anılmaktadır.
25 Mart 717'de III. Leon tahta oturduğunda, son 22 yılda yedi hükümdar değiştiren, hem Arap hem Bulgar tehdidi altında olan ve dinî tartışmalar yaşayan bir Bizans İmparatorluğu mevcuttu ve imparatorluk, Yirmi Yıllık Anarşi adı verilen tarihinin en istikrarsız döneminde bulunmaktaydı.
III. Leon, tahta oturur oturmaz ilk olarak savunma sorunları üzerine eğilmiş, yaklaşmakta olduğu düşünülen Arap saldırısına karşı II. Anastasios'un başkent surlarını güçlendirme işini yeniden gündeme almıştır. Araplar, beklendiği gibi 15 Ağustos 717'de Mesleme komutasındaki 80 bin kişilik orduyla Konstantinopolis'i kuşatmıştır. Bu kara ordusuna 1 Eylül günü Süleyman'ın komutasındaki 1.800 parçalık donanma kuvveti de dahil olmuştur. Bizans savunmasına ek olarak çetin kış şartları ve buna bağlı olarak Arap ordugâhında baş gösteren kıtlık ile birlikte Arap donanmasındaki kürek mahkûmlarının firar etmesi ve Arap ordusunun Bizans ile ittifak yapan Bulgarlar tarafından da saldırıya uğrayarak hesap edilenin dışında büyük kayıplar vermeleri 15 Ağustos 718’de kuşatmanın kaldırılmasına neden olmuştur.

Başkent kuşatmasının püskürtülmesi ile birlikte dikkatini iç meselelere veren III. Leon thema sistemini yeniden ele almış, 726 yılında yeni bir temel kanun olarak Ekloga'yı oluşturmuştur. Yirmi Yıllık Anarşi döneminden sonra devlete istikrar getirmeye yönelik bu idari ve hukuki reformları dinî reform takip etmiştir.

İmparatorluğun yüzyılı aşkın bir süre iç karışıklıklar yaşamasına sebep olan ikonoklazm hareketi, 726 yılında kendisini Tanrı'nın temsilcisi ve başrahip olarak addeden ve başkentin kuşatıldığı sıralarda Meryem ikonasının şehir surlarında gezdirilmesini bizzat emreden III. Leon'un ikonalara karşı yaptığı konuşmalar ile başlamıştır. İmparatora göre ikonalar, kiliseler ve manastırların zenginleşmesini sağlayan büyülü muskalardan ibaretti. Bu konuşmalar 730 yılında yerini eyleme bırakmış, Büyük Saray'ın ana girişi olan Ayasofya'nın karşısında Augustaion'un önünde bulunan Halki Kapısı'nın üzerindeki İsa tasvirinin söktürülmesiyle ikonalara karşı ilk fiili karşıtlık gösterilmiştir. Nika Ayaklanması sırasında yıkıldıktan sonra I. Justinianus tarafından yeniden inşa edilen kapı farklı renklerdeki mermerlerle kaplı olup I. Justinianus ile Belisarius'un askerî zaferlerini tasvir eden çeşitli mozaiklerle süslenmiş durumdaydı. Tunç kapının üzerinde yükselen altından yapılmış olan İsa ikonası da şehirdeki muhtemelen en büyük ve en bilinen heykeldi. Bu önemli ikonaya karşı girişilen hareket sonrası galeyana gelen ve çoğu kadınlardan teşkil halk heykeli yerinden indirmekle görevli subayı linç etmiş, Greko-Romen kültür havzasında karışıklar çıkmış, haberin ulaştığı İtalya'da isyan çıkmış, Hellas themasından yola çıkan donanma yeni bir imparator başa getirmek amacıyla Konstantinopolis'e hareket etmiştir. Ayaklanmalar ne kadar bastırılmış olsa da imparatorluğun batısında kendini gösteren bu ikonofil hassasiyet ikonalara karşı girişilen her eylemde kendisini gösterecekti.

Karşılaşılan direnç sonrası daha diplomatik bir yol izlemeye karar veren III. Leon kilise içerisinde kendisine destek aramaya başlayarak papanın ve patriğin konu hakkında izin vermesi adına müzakereler yürütmüştür. Patrik I. Germanos, ikonoklast tutuma karşı durmuş, Papa II. Gregorius ise bu tutumu sert bir dille kınamasına rağmen imparatora karşı siyasi bir tutum almamış hatta o günlerde İtalya'da imparatorluk aleyhindeki isyanların bastırılması için özel çaba harcamıştır. Patrik ile papanın yanı sıra yaşadığı çağın en büyük din bilgini olarak kabul edilen ve bir aziz olan İoannis de imparatorun bu tutumunu şiddetle eleştirmekteydi. Damakos'ta yüksek rütbeli bir memurken sonraları keşiş olarak Kudüs'teki Sabbas Manastırı'nda inzivaya çekilen bir Grek olan İoannis, Logoi Apologitikoi Pros tus Diavallontas tas Agias İkonas adlı eserinde ikonalara karşı hürmet göstermenin putperestliğin dirilmesi olduğu görüşünü toptan reddetmekte, Yeni Platonculuk çerçevesinde ikonaların bir araç olarak görülmesi gerektiğini belirtmekte ve ikonoklast görüşü Maniheist sapkınlık olarak nitelemektedir
Maddi varlığı olmayan ve sınırlandırılamaz Tanrı hiçbir zaman resmedilememiştir. Şimdiyse, Tanrı bir bedene büründüğünde ve insanlarla konuştuğunda gördüğüm Tanrı'nın resmini yapabiliyorum. Bir maddeye ibadet etmiyorum, benim için maddeleşen, madde olmaya tenezzül eden ve bu madde aracılığıyla kurtuluşum için çabalayan maddenin Tanrısına ibadet ediyorum. Kurtuluşum için çalışan maddeye ibadet etmekten vazgeçmeyeceğim. Tanrı kadar olmasa da ona saygı duyacağım. Kutsanmış haç bir madde değil miydi? Kutsal Golgotha tepesi bir madde değil mi? Hayat veren taş, kutsal kabir, yeniden dirilişimizin kaynağı, onlar da madde değil mi? Kutsal Kitap madde değil miydi? Sunaktaki tabak ve kadehin yapıldığı altın ve gümüş madde değil miydi? Tüm bunların yanında efendimizin bedeni ve kanı madde değil mi? Ya saygıyı ve ibadeti tasfiye edin ya da kilisenin tasvirlere ibadet geleneğine, Tanrı'yı ve dostlarını şereflendirerek ve Kutsal Ruh'un erdemini takip ederek boyun eğin. Maddeyi küçümsemeyin, küçümsenecek bir şey değildir. Tanrı'nın yarattığı hiçbir şey değersiz değildir. Bu Maniheist sapkınlıktır.
III. Leon, dinî çevrelerden destek bulamaması sonrasında ikonoklast fikirlerinden geri adım atmayarak eylemlerini daha da ileri götürmüş, 17 Ocak 730 tarihinde bütün aziz ikonalarının yok edilmesini öngören emirnâmeyi imzalamayı reddeden I. Germanos'u azlederek kendisiyle aynı görüşleri paylaşan protosinkellos makamındaki Anastasios'u 20 Ocak günü patrik olarak atanmıştır. I. Germanos'la birlikte imparatora direnen az sayıdaki din adamı da cezalandırılmıştır. Yeni patriğin onayıyla birlikte yürürlüğe giren emirnâme ile birlikte ikonoklast hareket resmî devlet ve kilise politikası hâline gelerek meşruiyet bulmuştur.

İmparatorluğun doğusunda ciddi bir nüfusa sahip olan ikonoklastlarca memnuniyetle karşılanan bu durum, batı topraklarında tam tersi şekilde tepki çekmiştir. Başkent Konstantinopolis'in etkisinin güçlü hissedildiği Trakya gibi bölgelerde bu tepki kontrol altında tutulabilmesine karşın daha uzakta bulunan İtalya'da aynı kontrol sağlanamamıştır. III. Gregorius, ikonoklast hareketi topladığı bir konsilde lanetlemiş ve mahkûm etmiş, bunun üzerine III. Leon papanın dinî konuları ehline bırakmayı teklif ettiği mektubunu ileten papalık temsilcilerini hapse atmıştır. Ardından papanın tutuklanması amacıyla denizyolu üzerinden birlikler yollasa da gemilerin Adriyatik Denizi'nde batmasıyla bu mümkün olmamış, papa da bir müddet sonra ölmüştür. III. Gregorius, selefi II. Gregorius'un aksine siyasi olarak da imparatorluğa karşı tavır alarak Kasım 731'de topladığı mecliste ikonalara karşı harekete geçenlerin aforoz edilmesini karara bağlamış, böylece merkezî idarenin İtalya'daki nüfuzunu ciddi derecede sarsmış ve Orta İtalya ile Kuzey İtalya tamamen papa tarafından kontrol edilir hâle gelmiştir.

741 yılında ölen III. Leon'un 24 yıl süren sezaropapist hükümdarlığı, imparatorluğa siyasi istikrar getirmiş olsa da dinî tabanda ileride ikonoklazm adı verilecek olan yeni bir iç çatışma meselesi ortaya koymuştur.

V. Konstantinos devri​


III. Leon tarafından iki yaşında iken tahta ortak edilmiş olan ve babasının ölümünden sonra yönetimi tek başına eline alan V. Konstantinos saltanatının ilk iki yılını iktidarını sağlama almakla geçirmiştir. Henüz imparatorluğunun ilk yılı içerisindeyken 742 yılında Araplar üzerine sefere çıktığı sırada babasının tahta oturmasında önemli katkıları olan ve kardeşi ile evli bulunan Opsikion Komisi Artabasdos'un saldırısına uğramış ve mağlup edilerek Amorion'a çekilmek zorunda kalmıştır. Başkente yürüyen Artabasdos, burada taht naibi olarak bulunan Theofanis Monutes'in ve diğer yöneticilerin kendi safına geçmesiyle imparatorluk tahtına oturmuştur. Ostrogorski, bir ikonofil olduğu bilinen Artabasdos'un direnç görmeden şehri teslim almasını imparatorun yakınındaki çevrenin dahi ikonoklast politikalardan hoşnut olmadığı şeklinde yorumlamaktadır zira Artabasdos tahta oturmasının hemen ardından ikona inancını serbest bırakmıştır. Artabasdos başkentte hakimiyetini kurmakta iken V. Konstantinos de babasının bir zamanlar kumandanlık merkezi olan ve ikonoklast fikirlere meyleden Amorion'da coşku ile karşılanmış, Anatolikon themasının bölünmesiyle oluşturulan Thrakesion theması da kendisine tabiiyetini bildirmişti. Buna mukabil Artabasdos'u Trakion theması desteklese de Armeniakon ve Opsikion halkı ikonofil imparatora mesafeli bir görüntü çizmekteydi.

743 Mayısında Sardis'te yapılan muharebede Artabasdos'u alt ederek muzaffer olan V. Konstantinos, kısa süreli bir kuşatmadan sonra 2 Ekim'de Konstantinopolis'e girmiş ve ikonoklazmı tekrar canlandırmakla kalmayıp ileride ikonofilliğin tekrar canlanmasını önleyebilmek adına çok sert bir politika uygulamıştır. Artabasdos ile iki oğlu halk içerisinde teşhir edildikten sonra hipodromda gözlerine mil çekilmiş, destekçilerinden bir kısmı idam edilmiş, bir kısmı da elleri ve ayakları kesilmek suretiyle sakat bırakılmıştır. Artabasdos'a taç giydiren Patrik Anastasios ise kırbaçlandıktan ya da sopayla dövüldükten sonra çırılçıplak şekilde hipodromda bir eşeğe ters bindirilerek aşağılansa da makamında kalmasına müsaade edilmiştir.

V. Konstantinos, otoritesini kurduğu vakitlerde imparatorluğun doğu topraklarını uzunca bir süre tehdit etmekte olan Araplar arasında ihtilaf bulunmaktaydı. Bunu fırsat olarak gören V. Konstantinos Theodosiopolis ve Melitini şehirlerini ele geçirerek buradaki halkı Trakion themasına, Bulgar sınırına, yerleştirilerek buradaki sınırın müstahkem yapılar ile koruma altına alınmasını sağlamıştır. Araplar, Theodosiopolis ve Melitini'yi kısa süre içerisinde tekrar ele geçirse de bu başarılar o zamana dek süregelen dengeyi bozması nedeniyle önemlidir. Arapların fetih hareketleri bundan böyle sonlanacak, Arap-Bizans askerî ilişkileri geniş fetih hareketlerinden ziyade sınır çatışmaları olarak vuku bulacaktır.

Arap tehlikesinin büyük oranda bertaraf edilmiş olmasını takiben Bulgarlarla olan sorunlar yeniden baş göstermiş, V. Konstantinos'un Bulgar sınırında aldığı iskân ve savunma yapısı gibi tedbirlere cevap olarak 756'da Bizans topraklarına saldırılar başlamış ve iki devlet arasındaki çatışma dönemi yeniden açılmıştır. V. Konstantinos saltanatı boyunca bu sorun ile uğraşmak zorunda kalarak dokuz kez sefer düzenlemiştir.

Araplar ve Bulgarlara karşı yaptığı seferler ile halk nezdinde oldukça sevilen bir kişi olan V. Konstantinos, babasının ikonoklast politikasını sürdürmek niyetindeydi ve bu yolda piskopos olarak kendi görüşlerine yakın kişileri tayin etmekte, yeni piskoposluklar açarak kendisine yakın piskoposları buralarda görevlendirmekte, her iki görüşün de katıldığı halka açık toplantılar düzenleyerek halkın tepkisini ölçmekte ve bizzat ikonoklazmı destekleyici dinî metinler kaleme almaktaydı. Babasının aksine felsefi ve dinî konularda oldukça yetkin olan V. Konstantinos, Peuseis'inde İsa'nın gerçek imgesinin kominyon, Hristiyan'ın gerçek imgesininse haç olduğunu vurgulamaktaydı. Ayrıca İsa'nın ruhunu geçici olarak barındıran fiziki bedenini doğuran Meryem'in kültünü kesin olarak reddetmekte, aziz kavramının batıl inancın bir sonucu olduğunu nitelendirmekte; Aziz Petrus yerine Havari Petrus, Azize Meryem yerine de yalnızca Meryem denmesi gerektiğini savunmaktaydı. Yazdığı 13 metnin günümüze ulaşan parçalarından anlaşıldığı kadarıyla bir monofizit olan V. Konstantinos, kristolojik zeminde putperestliğin yeniden doğuşu olan ikonanın resmedilen kişinin esasından ayrıldığı görüşünü ve bu minvalde tanrısal tabiatı nedeniyle özellikle İsa tasvirinin mümkün olduğunu reddetmektedir.

Hazırlık aşamaları neticesinde V. Konstantinos'un ikonoklast politikasının ilk fiili adımı bir konsil toplamak oldu. III. Leon kendi politikasına patriğin onayını alarak meşruiyet sağlamıştı; halefi olan oğluysa bunu 338 ikonoklast piskoposun katılımıyla 10 Şubat 754'te Hieria Sarayı'nda topladığı Hieria Konsili ile gerçekleştirdi. Konstantinopolis'teki patriklik makamının boş olması ve Antiohia, İerusalim ile Aleksandria patriklerinin konsile katılmayı reddetmeleri nedeniyle hiçbir patriğin konsilde olmamasının yanı sıra papa da temsilci yollamamıştı. İlk yedi oturumu Efesos Piskoposu Theodosios'un başkanlığında Hieria Sarayı'nda toplanan konsilin son oturumu, aynı zamanda yeni patrik seçimi için toplanılan Konstantinopolis'teki Blaherne Kilisesi'nde gerçekleşmiştir. İsa'nın tasvir edilebilirliği konusunu ele alan konsil sonucunda ikonofillerin İsa'nın ilahi tabiatını bir tarafa koyup yalnızca beşeri tabiatını tasvir ederek monofizit veya birbirine karıştırılamaz olan her iki tabiatını birlikte tasvir ederek Nestûrî sapkınlığına düşmüş olduğu iddia edilmiştir. Buna ek olarak aperigraptos olan doğasının bir tasvirin sınırları içerisine alınamayacağı öne sürülerek Meryem ve azizler de dahil olmak üzere her türlü ikonalar lanetlenmiş, herhangi bir ikonayı gizlice bulunduran din görevlilerinin görevden uzaklaştırılacağı, sıradan kişilerin ise aforoz edilip inanç ve devlet düşmanı sıfatlarıyla yargılanacağı ilan edilmiştir. Ayrıca, konsilin tebliğinde ikona uğraşının şeytani bir uğraş olduğu belirtilmekle birlikte III. Leon tarafından ikonoklazma karşıt olması nedeniyle azledilen "ağaçlara tapan" Germanos ile birlikte "İslam'a meyleden dinsizliğin öğreticisi" İoannis'in aforoz edildiği duyurulmuştur. Oybirliği ile duyurulan konsil kararları her ne kadar hiçbir patriğin katılmaması nedeniyle ekümenikliği açısından kuşkulu olsa da halk üzerinde önemli bir etki göstermiştir.

Konsille birlikte politikasının meşru zeminini hazırlayan V. Konstantinos, ikonalara karşı geniş ölçüde eyleme girişmiş, her yerde ikonalar kırılıp yakılmış ve hakaretlere maruz kalmıştır. Bu tahrip evresinde çok fazla sayıda mozaik, fresk, heykel yok edilmiş ve resimle süslenmiş pek çok yazma eser de bundan nasibini almıştır. Kilise duvarlarındaki çizimler ise yerlerini kuş, ağaç, hayvan ve imparatoru yücelten savaş sahneleri gibi dünyevi çizimlere bırakmıştır. İkonaların yanı sıra, III. Leon devrinin aksine, ikonofiller de hedef olmuştur. Takibata uğrayan ikonofillerden ikonalara bağlılık gösterdiği tespit edilenler işkence görmüş, hapse atılmış, mallarına el konularak mülksüz bırakılmış ve uzak eyaletlere sürgüne gönderilmişlerdir. V. Konstantinos'un bu cezalarına rağmen inancından vazgeçmek istemeyen ikonoklazm karşıtı bir kesim de bulunmaktaydı. Auksentios Manastırı İgumenosu Stefanos'un etrafında toplanan bu muhalefet, birçok suçla hedef gösterilen Stefanos'un Kasım 767'de Konstantinopolis sokaklarında kışkırtılan halk tarafından taşlanarak öldürülmesinden sonra dahi tamamen sindirilememiştir. Zaman içerisinde 19 yüksek memur ve subayın, protostratorun, logothetisin, Opsikion komisinin ve Trakion ile Sikelias stratigoslarının idam edilmesi bu muhalefetin geniş bir kitle içerisine yayıldığını göstermektedir.
V. Konstantinos'in emriyle bir manastırın yıkılmasını sahneleyen 14. yüzyıl tezhibi.
V. Konstantinos'un ikonoklazma yeni bir çehre getiren asıl eylemi, kendisine en sert muhalefeti gerçekleştiren manastırlara karşı 760'lardan itibaren aldığı tavırdır.İkonoklast politika zamanla "putperest yuvası ve gerçek inancın düşmanı" olarak nitelenen manastırlara karşı bir savaş niteliği kazandı. Manastırlara yönelik ağır yaptırımlar nedeniyle kimi tarihçiler bu evreyi "monoklazm" yani manastırların yok edilmesi
olarak adlandırmaktadır. Bu dönemde manastır erbapları olan keşişler dinî kimliklerini temsil etmeyen sıradan elbiseler giymeye, kimileri ise evlenmeye ve manastırlardan ayrılmaya zorlandılar. Keşişlere yönelik yönelik ağır yaptırımları en iyi özetleyen olay, bir kadının elini tutturarak izleyicilerin hakaretleri ve alayları arasında hipodromda yürümeye zorlanmasıdır. Theofanis'in aktardığı bir olaydaysa Thrakesion Stratigosu Mihail Lahanodrakon, bölgesindeki bütün keşiş ve rahipleri Efesos'ta toplayıp evlenmek ya da kör edilerek Kipros'a sürülmek arasında bir tercih yapmalarını istemiştir. Ayrıca kendisine karşı çıkan keşişlerin sakallarını yağa bulayıp tutuşturmuş, manastır kütüphanelerini yaktırmış, değerli madenlerden hazırlanan takdis kapılarını satarak gelirini imparatora göndermiştir. V. Konstantinos, Lahanodrakon'u bu eylemleri sonucu özel bir mektupla tebrik etmiştir.

Keşişlerden alınarak boşaltılan manastırlar kışla, kamu binası ve depo gibi çeşitli amaçlara tahsis edilmiş ve manastırlara ait mülklere de devlet tarafından el konulmuştur. Ayrıca insanların manastırlara sığınarak keşiş hayatı yaşaması da yasaklanmıştır. Bu yaptırımlar nedeniyle dinî hayatları kısıtlanan ve bazı yerlerde hayatları dahi tehlike altına giren keşişlerin pek çoğu, özellikle İtalya gibi merkezî idarenin etkisinin zayıf olduğu yörelere göç etmişlerdir. Aleksandr Vasilyev ve İvan Dmitriyeviç Andreyev gibi bazı araştırmacılara göre III. Leon ve V. Konstantinos devirlerinde sadece İtalya'da 50 binden fazla göçmen keşiş bulunmaktaydı. Buna rağmen Grigorios Dekapolitis'in Hidrus piskoposu tarafından derdest edilmesinden anlaşılacağı üzere keşişler ikonoklazmdan tamamen kaçamamışlardır. Küçük Asya'dan İtalya'ya gerçekleşen bu göç dalgasının bir diğer yönü ise Latince ve Katolikliğin baskın olduğu topraklarda Yunanca ve Ortodoksluğun etkisinin artması olmuştur. Ayrıca çok sayıda keşiş yüzyılların birikimiyle manastırlar arasında oldukça geniş bir bağlantı ağı geliştirilmiş olduğundan Karadeniz'in kuzey sahillerine, Suriye kıyılarına ve imparatorluk topraklarının dışındaki Filistin'e kadar göç etme imkânına sahip olmuştur. 34 yıllık iktidarının üçte birlik kısmında ikonoklazm politikasını bilfiil uygulayan V. Konstantinos'un devrinde çok sayıda manastır boşalmış, uzun süreli bir politika neticesinde oradan oraya sürülen keşişlerin sayısı zaman içerisinde oldukça artmıştır.

Araplar ve Bulgarlara karşı başarılı muharebeler gerçekleştiren V. Konstantinos imparatorluğun batı toprakları üzerinde aynı otoriteyi sağlayamamıştır. III. Leon devrinden beri süregelen papalık ile Bizans arasındaki ikonoklazm ayrılığı V. Konstantinos'un eylemleriyle birlikte gittikçe derinleşmekte, buna karşın Lombardlara karşı Bizans'ın askerî desteğine muhtaç olan papalık bu anlaşmazlığı su yüzüne çıkarmamaktaydı. Bu durum Bizans'ın İtalya topraklarındaki yönetim üssü olan Ravenna Eksarhlığı'nın 751 yılında Lombard Kralı Aistulf tarafından ele geçirilmesiyle birlikte son buldu. Bizans'ın kendisini koruma gücünün olmadığını gören papalık o sıralarda Frank Krallığı ile yakınlaştı. Hieria Konsili'nden bir ay önce, 6 Ocak 754'te, Frank Kralı III. Pepin ile Papa II. Stephanus'un Ponthion'daki görüşmesi sonucunda papanın III. Pepin'e patrikios unvanını verip Frank kralı olarak kutsaması karşılığında Franklar Lombardlar'a saldırarak 756'da Ravenna, Perugia ile Roma'yı papanın denetimine verdi ve bunun üzerine Papalık Devleti kuruldu. Friedrich Engels'e göre böylece Roma'da kilise, "tüm feodal Batı Avrupa'yı hem Ortodoks Yunan hem de Müslüman alemiyle çatışan dev bir siyasal birlik olarak birleştiren feodal sistemin uluslararası merkezi" konumuna gelmeye başlamış ve Bizans'ın Orta ve Kuzey İtalya topraklarındaki hakimiyetine son vermiştir. V. Konstantinos, bu gelişmeler üzerine İtalya'nın güneyindeki Grek kültürünün baskın olduğu ve vergi gelirinin papaya aktarıldığı Kalabrias, Sikelias ve İllirias'ı patrikliğe bağlamıştır. Çizilen bu sınırla birlikte Hristiyanlığın, Grek Doğu ve Latin Batı arasında bölünmesine giden yol açılmıştır.
IV. Leon devri

V. Konstantinos'un 14 Eylül 775'te Bulgar seferi sırasında bacaklarının iltihaplanması nedeniyle ölmesinin ardından tahta oturan IV. Leon, doğumuyla birlikte eş imparator olarak tahta ortak olmuş olsa da 775'te tek başına tahta oturduğunda ilk olarak üvey kardeşlerinin kendisine karşı suikast girişimini bertaraf etmiştir. Hükmü zamanında imparatorluğun genel durumu babasının devrine göre sakindi. Bu ılımlı devir ikonoklazmın tasfiyesine doğru bir geçiş devri olarak görülmektedir. İkonoklast görüşlere sahip olan IV. Leon'un beş yıl süren imparatorluğu süresince ikona inancı serbest bırakılmamışsa da yeni bir tahrip ve takibat dalgası da yaşanmamış, hatta babası tarafından sert muameleye maruz kalan keşişlerin yeniden piskoposluk makamlarına dönmesi sağlanmış, manastırlar da yeniden dolmaya başlamıştır. Ayrıca Meryem kültü serbest bırakılmıştır. IV. Leon buna rağmen ikona kültünün tam anlamıyla yeniden tesis edilmesine müsaade etmemiş, çok sayıda saray görevlisini ikonofil olmaları yüzünden teşhir ederek kırbaçlatmış ve hapse attırmıştır. Gregory, Ostrogorski, Norwich ve Vasilyev gibi bazı tarihçiler, IV. Leon'un halefine görece ılımlı tutumunda Atinalı bir ikonofil olan eşi İrini'nin etkisinin bulunduğunu düşünmektedir.
VI. Konstantinos ve İrini devri

IV. Leon, 8 Eylül 780'de Bulgar seferi sırasında yüksek ateş nedeniyle öldüğünde tahtın varisi 10 yaşındaki oğlu VI. Konstantinos'tu. Ancak imparatorluğun başına geçemeyecek kadar küçük yaşta olması nedeniyle IV. Leon'un eşi ve çocuk imparatorun annesi olan İrini taht naibi olarak imparatorluğun yönetimini eline almıştır. Bir ikonofil olan Atinalı İrini, naipliğinin ilk üç yılını tahtta hak iddia eden isyancılara karşı iç ve Hellas'ta yaşayan Slavlara karşı dış mücadele ile geçirmiş, bu süre zarfında ikona mevzusuna yönelik bir adım atmamıştır. İsyan bastırıldıktan sonra taht iddiası bulunan IV. Leon'un beş kardeşi zorla papaz yapılarak 781 Noelinde Ayasofya'daki ayini yönetmeleri sağlanmış ve taht hakları ellerinden alınmıştır. Bu olayların yanı sıra ordunun önemli bir kısmı ikonoklazm yanlısı olmakla birlikte Hieria Konsili'nin aldığı kararlar dinî açıdan halk üzerindeki, idari açıdansa devlet görevlileri üzerindeki etkisini hâlen sürdürmekteydi. Ayrıca yarım yüzyıldan beri süregelen ikonoklazm süresince bütün dinî teşkilat bu görüşe sahip din adamlarınca doldurulmuştu. Bu dezavantajlı durumlar hasebiyle İrini yavaş ve dikkatli bir politika ile ikonoklazmı sonlandırmak niyetindeydi.

İsyanın bastırılmasının ardından orduda tasfiyeye girişen İrini, ordunun en deneyimli mensuplarını azlettiğinde bu durum orduda büyük bir hoşnutsuzluğa yol açmış ve askerlerin kendisine sadakatleri sarsılmıştır. Sikelias stratigosunun bağımsızlığını ilan ederek Araplara taabiyetini bildirmesi, 782'de 100.000 kişilik ordusuyla Bizans üzerine yürüyen Hârûnürreşîd'in ancak üç yıl boyunca yıllık 70.000 altın dinar ödemek suretiyle ateşkes imzalanarak durdurulabilmesi İrini'nin hükmünün ilk yıllarında Bizans'ın V. Konstantinos tarafından bölgede kurulan otoritesini sarsmıştı. Batıda ise İrini döneminin en önemli devlet adamlarından Stavrakios komutasındaki ordu ile Makedonias themasındaki ve Teselya bölgesindeki Slav isyanları bastırılarak Peloponnessos içlerine dek ilerlenmiş, bu bölgelerde devlet otoritesi yeniden sağlanmıştır.

Stavrakios'un zaferinin ardından 31 Ağustos 784 tarihinde ikonoklast olan Patrik IV. Pavlos'a sağlık durumunu öne sürerek el çektiren ve böylece ikonoklast harekete karşı ilk hamlesini yapan İrini, aynı yıl sonunda Magnaura'da yeni patriğin tayinine halkı davet ederek duruma geniş katılımlı bir seçim havası verdi. Neticede Konstantinopolis patrikliğine, ikona kültünün yeniden tahsis edilmesine ve yeni bir konsil toplanması kaydıyla Hieria Konsili'nin mahkûm edilmesine yönelik görüşleri bulunan Tarasios getirildi. Ruhban sınıfından olmaması nedeniyle patrik olarak atanmasına şiddetle karşı çıkılması üzerine öncelikle papaz yapılan ve 25 Aralık 784'te patrik olan kutsanan Tarasios, Papa I. Hadrianus'un da davet edildiği bir konsil toplama kararı almış ve 31 Temmuz 786 yılında Agioi Apostoloi'de konsil toplanmıştır. Tarasios'un yanı sıra diğer üç patrik ve papalık temsilcilerinin de hazır bulunduğu toplantı sırasında ikonoklast düşünceye sahip Konstantinopolis muhafız alayı mensubu askerler, kiliseye saldırmak suretiyle konsili zor kullanarak bazı piskoposların memnuniyet nidaları eşliğinde dağıtmıştır. Bu saldırı başarıya ulaşmış, karşı harekete geçen İrini asi birlikleri Araplara karşı sefer bahanesi ile Küçük Asya'ya geçirerek tasfiye etmiş, tasvir yanlısı Trakion themasından bazı birlikleri de Konstantinopolis'e getirerek başkentin muhafazasını bu birliklere vermiştir.

Başarısız konsil denemesinin ertesi yılı mayıs ayında ilk konsilin yapıldığı Nikaia'da sıkı güvenlik önlemleri altında yeni bir konsil toplanmış, konsilin yedi oturumu imparator ve imparatoriçe olmaksızın Tarasios başkanlığında Ayasofya'da 350 piskopos ve çok sayıda keşişin katılımıyla gerçekleşmiştir. 24 Eylül'den 13 Ekim'e dek süren bu yedi oturum sırasında ikonoklastların tövbe ettiklerini kamuya açıklamaları suretiyle yeniden cemaate kabul edilmesi özellikle keşişler tarafından oldukça eleştirilmiş ve şiddetli tartışmalar yaşanmıştır. Devletin sonuna dek sürüp gidecek olan görüş ayrılığı da bu konsil sırasında ortaya çıktı: "Katı bir şekilde din kurallarına tabi olmayı ve her ne suretle olursa olsun din kurallarına karşı tutuma taviz vermeyi reddeden manastır ve keşişlerin dünya görüşü ile Ortodoks kaldığı müddetçe siyasi koşullara uygun tavizler vermekten imtina etmeyen devletin ve kilisenin dünya görüşü." Bu ayrılık haricindeki konularda konsil görüş birliği içerisindeydi. 23 Ekim günü Magnaura'da yapılan son oturumda Kitâb-ı Mukaddes ve patristik metinlerden derlenerek oluşturulan ikonoklazm karşıtı deliller ile Tarasios'un Hieria Konsili'nin kararlarını çürüten yazısı bağlamında kutsal ikonalara iade-i itibar yapılmış ve konsil kararlarını tanımayanlar lanetlenmiştir. Ayrıca ikonaları put olarak niteleyenler ile kilisenin put tapınımını onayladığını iddia edenler de sapıklıkla suçlanarak aforoz edilmiş, gösterilen saygının (proskinisis) ikonaya değil tasvir edilen şahsiyete olduğunu ancak bunun da yalnız Tanrı'ya yönelik tapınma (latreia) ile ilgisi olmadığının üzerinde özellikle durulmuştur. Bunların yanı sıra kiliselerde kutsal emanet bulundurulması zorunlu kılınmış, manastırların amacı dışında kullanılan yerler hâline dönüştürülmesi özellikle kınanarak manastırların tekrar ihdas edilmesi emredilmiştir. Konsil ayrıca kilise görevlilerinin rüşvet alması ve dinî makamların para karşılığında satılması gibi konular üzerinde de durmuş, manastırlarda erkeklerin ve kadınların birlikte kalması da yasaklanmıştır. Ortodoksların kabul ettiği son konsil olan İkinci İznik Konsili'nin ikonalar lehine olan bütün argümanları, ikonoklastlarla ileride vuku bulması muhtemel tartışmalarda kullanılmak üzere bir araya getirmesi de ayrıca bir önem taşımaktaysa da ikonoklastların bütün eserlerinin Konstantinopolis'teki patrikhaneye teslim edilmesi kararı (ve daha sonra bu eserlerin yok edilmesi) aynı bu öneme eşit derecede bir talihsizliktir. Konsil kararnamesinin bir kısmı şu şekildedir:
Özetle, bize yazılı ya da sözlü olarak verilen tüm kilise geleneklerini aynen muhafaza ediyoruz. Bunlardan bir tanesi de İncil'in kelamına uygun resimler yapma geleneğinin pek çok açıdan faydalı olduğudur ve bu Tanrı Kelâmı'nı yalnızca gerçek dışı değil gerçek gibi gösterildiği takdirde de geçerlidir, çünkü işaret ettikleri ortak anlamlar olduğu şüphesizdir.

Bizler, kraliyet yolunu, Kutsal Pederlerin ilahi otoritesini ve Katolik Kilisesinin (hepimizin bildiği gibi Kutsal Ruh'un bulunduğu yer) geleneklerini izleyerek resim ya da mozaik olsun, Kutsal Haç gibi diğer kutsal suretlerin Tanrımıza, Hz. İsa'ya, lekesiz Anamıza, meleklere, tüm azizlere ve diğer tüm kutsal kişiliklere tanıklık etmemiz için Tanrı'nın kutsal kiliselerinde kutsal kutuların ya da evlerin içine ya da yollara asılan kumaşların üzerine yerleştirilmeleri gerektiğini hükmediyoruz. Sanatsal kaygılarla resmedildiklerinden bu gerçek bir ibadet (latreia) değil bir selamlama (proskinisis) olmalıdır. Kutsal Haç, İncil ve diğer kutsal şeyler için buhur ya da mum sunulabilir. Tasvirlerin önünden geçilirken resimde temsil edilen selamlanır; resme gösterilen saygı temsil edilene gösterilmektedir. Böylelikle kutsal pederlerimizin öğretileri güçlenir. Bizler, bu nedenle Hz. İsa'yla ve kutsal havarilerle konuşan Pavlus'un izinden gidiyoruz. Bu nedenle Kilise'nin ilahilerini söylüyoruz: "Sevin, Sion'un kızı; haykır, Kudüs'ün kızı. Sevin ve mesut ot tüm kalbinle. Tanrı seni sana karşı olanlardan ve düşmanlarının elinden kurtardı, Tanrı senin içindeki kraldır; artık kötü olanla karşılaşmayacaksın ve sonsuza dek huzur içinde olacaksın."

Farklı düşünenlerin ya da öğretenlerin, Kilise'nin geleneklerini reddederek yenilikler icat eden muhaliflerin ya da Kilise'nin aldıklarına (örn. İncil, haç ya da resmedilmiş ikonalar) karşı gelenlerin ve Katolik Kilisesinin adil geleneklerini tahrip etmeyi planlayanların ya da kutsal araçtan ya da manastırları ortak kullanıma açmak isteyenlerin, piskopos ya da ruhban sınıfındansa azledilmelerini, dindar ya da sıradan kişilerse cemaatle ilişkilerinin kesilmesini emrediyoruz.
250px-Seventh_ecumenical_council_%28Icon%29.jpg
İkinci İznik Konsili'nin tasvir edildiği 17. yüzyıla tarihlenen ikona.
Norwich, konsil kararında ikona taraftarı delil olarak gösterilen bazı anlatıları"saçmalık" olarak tanımlamış, Gibbon konsili "batıl inanç ve cehaletin, yalancılık ve deliliğin tuhaf anıtı" olarak betimlemiş, Edward James Martin ise "Kendi içinde abes olmakla birlikte Hristiyanlık tarihinin dönüm noktalarından biriydi zira Hristiyanlık Greko-Romen kültür ile özdeşleşme sürecini tamamladı." yorumunda bulunmuştur Papanın konsile gönderdiği
mektupta Tarasios'un aslen din değil devlet adamı olmasından dolayı konsilin ekümenik olma iddiasına karşı argüman sunduğu kısımların sansürlenmesi ve daha öncesinde papalıktan alınarak patrikliğe bağlanan piskoposluk bölgeleri konusunda bir gelişme olmaması konsilin papalık tarafından tam bir memnuniyetle karşılanmasına engel olmuştur.

İkinci İznik Konsili ile birlikte ikona kültü serbest bırakılmış olsa da ikonoklast hizip tamamıyla yok edilememiş, bu durum İrini ile oğlu arasındaki uyuşmazlık evresinde ayyuka çıkmıştır. VI. Konstantinos idareyi ele alabilecek yaşa gelmesine rağmen İrini'nin iktidarı bırakmaya yanaşmaması oğluyla arasının açılmasına sebep olmuş, başta Mihail Lahanodrakon olmak üzere ikonoklastlar VI. Konstantinos'un etrafında toplanmıştır. Durumu sezen ve 790 yılında kendisine karşı düzenlenen entrikayı önleyen İrini o zamana dek fiilen sürdürdüğü imparatoriçeliğini hukuki zemine oturtmak amacıyla daha öncesinde kendisinin göreve getirdiği başkent muhafız alayından kendisini birinci hükümdar, VI. Konstantinos'u ise taht ortağı olarak tanıma yemini istemiş ve bunda başarılı olmuştur. Ancak bu durum hâlihazırda İrini'nin hükümranlığına karşı olan Armeniakon ordusunun, daha sonrasında ise diğer Küçük Asya themalarının ordularının isyan etmesine yol açtı ve 790 Ekiminde İrini tahttan uzaklaştırılarak VI. Konstantinos tek başına imparator ilan edildi. Başta Stavrakios olmak üzere İrini'ye yakın olan üst düzey devlet insanları zorla papaz yapılarak Küçük Asya'ya gönderildi, İrini ise Eleutherios Sarayı'na kapatıldı.

İrini'nin yandaşlarının bitmek bilmeyen telkinleri sonucunda Ocak 792'de eski düzene geri dönülerek taht tekrar anne ve oğul arasında bölündü. Kendisini tek başına tahta oturtan ikonoklastların arasında memnuniyetsizlik yaratan bu durum 781'de Arapların imparatorluk topraklarının içine girip Thrakesion topraklarında Bizans ordusunu bozguna uğratması ve VI. Konstantinos'un haraç vermeyi kabul etmesi ancak buna rağmen Arap akınlarının durdurulamaması üzerine 789'da Bulgarlara karşı çok sınırlı başarılar sağlanması ve nihayet Temmuz 792'de Markellai civarındaki muharebe sırasında arkasında nüfuzlu kumandanları savaş esiri olarak bırakıp savaş meydanından kaçması gibi askerî başarısızlıklar ile üst üste eklendiğinde VI. Konstantinos'a karşı bir hizip oluşmasına yol açtı. V. Konstantinos'un askerî başarılarının yalnızca otuz yıl sonrasında bu denli bir çöküşün yaşanması oldukça göze batmaktaydı.

Annesi İrini'nin kendisine karşı giriştiği gizli eylemlerin de etkisiyle hem askerî hem idari hem de dinî çevrelerin kendisine olan desteğini kaybeden VI. Konstantinos, 15 Ağustos 797'de hayatta kalamaması amacıyla İrini'nin emri üzerine özellikle gözleri yuvalarından çıkarılarak tahttan uzaklaştırıldı ve İrini hanedanın erkek mirasçısı olmaması nedeniyle tek başına tahta hâkim oldu. İrini, 31 Ekim 802'de üst kademe memurlar ile subayların başarılı bir ayaklanması ile tahttan indirilmişse de ikonoklazm bir süre daha canlanamamıştır.

İki ikonoklazm arası dönem​


I. Nikiforos devri

İrini'nin ardından tahta çıkan ve 802 ile 811 yılları arasında hüküm süren I. Nikiforos alışılmışın dışında ordu mensubu olmayan bir kişi olarak tahta oturmuştur. Hükümdarlığında dinî idare anlayışı, kilise üzerinde otorite kurmakla birlikte hoşgörü gösterme esasına dayanmaktaydı. Bir ikonofil olarak İkinci İznik Konsili'nin kararlarını kabul etmekte ancak siyasi yönü olmadıkça ya da otoritesini tehdit etmedikçe dinî tartışmalara ilgi göstermemekteydi. Bu minvalde 806 yılında Patrik Tarasios'un yerine kilise dışından bir kimse olan adaşı I. Nikiforos'u patrik olarak ataması özellikle Studios Manastırı İgumenosu Theodoros'un muhalefetiyle karşılandığında manastır hareketine karşı sert önlemler almıştır.

İmparatorluk hazinesini iyileştirmek adına İrini'nin vergi indirimlerini kaldırarak ve önceki duruma kıyasla artırarak vergi reformu yapan I. Nikiforos ayrıca hayır kurumlarını ve şimdiye dek bundan muaf tutulmuş köylüleri de ocak vergisine bağlamıştır. İrini tarafından kiliselere bağışlanan araziler de tekrar devlet idaresi altına alınmıştır.
I. Mihail devri

26 Temmuz 811 tarihinde Bulgar Hanı Krum tarafından yapılan muharebede öldürülen I. Nikiforos'un oğlu Stavrakios savaşta ağır bir yara alsa da Adrianopolis'e kaçabilmiş ve burada imparator olarak taç giymiştir. Aldığı yara nedeniyle ölümü kesin olan Stavrakios'un birini seçerek onun lehine tahttan çekilmesi beklenirken eniştesi olan Kuropalatis Mihail, 2 Ekim 811 günü hipodromda ordu ve Senato tarafından imparator ilan edilerek taç giymiş; Stavrakios ise manastıra çekilerek üç ay sonra ölmüştür.

Yeni imparator I. Mihail, yönetimde zayıf kalarak patrik ile keşişlerin etkisi altına girmiş, kendisinin siyasetini de bu kesim belirlemiştir. I. Nikiforos'un mali siyasetini bir kenara bırakarak kilise ile manastırlara devlet hazinesinden bol miktarda bağış yapmış, sürgüne gönderilmiş bulunan Theodoros ile takipçilerini affetmiştir. Theodoros, bu dönemde oldukça nüfuz edinerek savaş ve barış kararlarına dahi karar verir duruma gelmiştir.

812 yılında yeniden Bizans topraklarına giren Krum, 813'te meydana gelen Versinikia Muharebesi'nde tekrar Bizans ordusu karşısında muzaffer olmuştur. Bu yenilgi sonrası I. Mihail tahttan indirilerek Anatolikon birliklerini idare eden Leon, 11 Temmuz 813 tarihinde V. Leon olarak tahta oturtulmuştur.
İkinci ikonoklazm dönemi

V. Leon devri
İkonoklazmın başlatıcısı III. Leon gibi bir Doğulu olan ve onun gibi imparator olmadan önce Anatolikon stratigosu olan V. Leon, temel politikasını devletin askerî gücünü yeniden sağlamlaştırmak ve ikonoklazmı bir kez daha ihya etmek olarak belirledi. İkonoklazmın lağvedildiği kısa dönemde yaşanılan askerî hezimetleri putperestliğe dönüşe bağlamaktaydı.

V. Leon, Versinikia'daki zaferinden sonra Adrianopolis'i ele geçiren ve başkenti kuşatma altına alan Krum'un seferi nedeniyle ilk olarak askerî sorunlara eğilmek zorunda kaldı. Ordusunun Konstantinopolis'in surlarını aşamaması üzerine imparatora şahsi bir görüşme ile barış çağrısında bulunan ancak bu görüşme sırasında suikast girişimine uğrayan Krum, başkentin çevre yerleşimlerini talan ederek Adrianopolis'e girmiş ve hem şehirdeki hem de çevre yerleşimlerdeki halkı Tuna'nın ötesine tehcir etmiştir. V. Leon, 813 yılının sonbaharında Mesimbria'da Bulgarlara karşı zafer kazanmış olsa da Krum yeniden Konstantinopolis'i kuşatmak üzere sefere çıkmış fakat 13 Nisan 814 tarihindeki kan boşanması nedeniyle beklenmedik ölümü bir süreliğine Bizans'ın Bulgar tehdidinden kurtulmasını sağlamıştır. Omurtag'ın Bulgar hanı olmasıyla da 30 yıllık bir barış antlaşması yapılmış ve iki devlet arasında bir barış devri başlamıştır.
Bulgarlar ile barış yapılmasına ek olarak Hârûnürreşîd'in ölümünden sonra iç karışıklık içerisine düşen Arapların da Bizans topraklarını tehdit edemeyecek durumda olması V. Leon'un iç politikaya eğilmesini sağlamıştır. O zamana dek ikonoklast düşüncelerini saklayan, 814 Haziranında ikinci ikonoklazm döneminin fikri altyapısını oluşturacak olan Aziz Sergios ve Bakhos Manastırı İgumenosu İoannis Grammatikos'a toplamayı planladığı yeni bir ikonoklast konsil için teolojik kanıtlar toplama emri veren V. Leon, aralık ayında bu çalışmanın sonlanmasından sonra yalnızca alçak yerlerde asılı olan ikonaları indirmeyi düşünmüş ancak Patrik I. Nikiforos tarafından muhalefetle karşılanmasının ardından hedef olarak Halki Kapısı üzerindeki İsa ikonasını seçmiştir. İlk ikonoklazm dönemi, III. Leon tarafından bu kapı üzerindeki İsa ikonasının indirilmesiyle başlamış ancak daha sonrasında İrini ikonanın bir benzerini yeniden kapı üzerine koydurmuştu. İkinci ikonoklazm dönemi de yine aynı yerde başlamış, V. Leon'un gönderdiği askerler imparatorun emri ile kapı önünde kargaşa çıkararak ikonaya beddualar yağdırıp taş ve çamurlarla saldırmış, imparator da sözde duruma el koyarak ikonanın zarar görmemesi adına yerinden indirilmesi emrini vermiştir. Bu plan başarıyla uygulanmış, durumu bilen I. Nikiforos din adamlarını İkinci İznik Konsili'nin kararlarına sadık kalmaları konusunda uyarmıştır. Ardından imparatorla görüşen patrik kilise öğretilerinde köklü değişiklikler yapılmamasını rica ederek istenirse görevden çekilebileceğini belirtmiş, V. Leon patriğe güvence vererek ikisini de yapmaya niyetinin olmadığı konusunda güvence vermiştir. Bu olaydan kısa süre sonra başkente ikonoklazm destekçisi din adamlarını davet eden V. Leon, İoannis Grammatikos'a hazırlattığı çalışmaları din adamlarına dağıtarak patriği saraya çağırmış, patrik beraberinde Studios Manastırı İgumenosu Theodoros ve birkaç ikonofil din adamıyla gelmiş, iki hizip arasında sert tartışmalar yaşanmıştır. Nihayetinde Theodoros'un imparatora sert sözlerle meydan okuması ile ikonofil din adamları görevlerinden azledilerek halka açık yerlerde konuşma yapmaları yasaklanmıştır.

İlk ikonoklazm döneminin aksine ikonofiller inançlarına karşı bir harekete hazırlıklıydılar. Elli yıldan fazla süren ilk dönemde inançlarına daha sıkı bağlanarak yeni mücadele yöntemleri geliştirmiş ve olası bir tartışma sırasında kullanmak için argümanlarını zenginleştirmişlerdi. Bu minvalde henüz V. Leon'un ilk eylemine karşı tasvir kültünü savunan çok sayıda eser kaleme alan Theodoros ile takipçileri tekrar sürgüne gönderilmiş, I. Nikiforos'un yerine Paskalya günü 1 Nisan 815'te V. Konstantinos ile akrabalık bağı bulunan I. Theodotos atanmıştır. V. Leon'un bu hamlesi o tarihlerde birbiriyle çekişmekte olan kilise ve manastır hiziplerini birleştirerek imparatorun kiliseye boyun eğdirmek üzere yürüttüğü politika dirençle karşılaşmıştır.

Paskalya'nın ertesinde İkinci İznik Konsili'nin kararlarını iptal ederek Hieria Konsili'nin kararlarına bağlılık bildiren Konstantinopolis Konsili toplanmış ve ikonoklazm yeniden Bizans'ta hâkim siyaset hâline gelmiştir. İrini'ye atıfla kadınca bir saflık neticesinde "ölü tasvirlere" ve "cansız ikonalara" tapınma, mum ile tütsü yakma gibi boş inançların yeniden ortaya çıktığının belirtildiği konsil kararında ikonalara tapınma reddedilerek mum, tütsü ya da kandil yakma uygulamaları lanetlenmiştir. Konsilin karar metni kısaltılmış şekliyle şöyledir
İmparatorlar Konstantinos ve Leon, imparatorluğun güvenliğinin Ortodoksluğa bağlı olduğu düşüncesiyle, çok sayıda rahip ve piskoposu bir araya toplamış ve manevi tapınma yerine, geleneklerde yeri olmayan ikonalar yapılması ve onlara tapılmasını uygunsuz bulmuşlardır.

Uzun yıllar Tanrı'nın kilisesi barış içinde varlığını sürdürmüş, ancak hakimiyetin kadından erkeğe geçtiği andan itibaren kilise kadınlara özgü basitliğin kurbanı hâline gelmiştir. Cahil piskoposların dediğini yapan bu kadın, manasız bir toplantı düzenlemiş ve Oğul ile Tanrı'nın Sözü'nün resmedilmesi öğretisi ve Kutsal Meryem ve azizlerin cansız tasvirlerle temsil edilmesini yasal hâle getirmek suretiyle, kilisenin esas öğretisine düşüncesizce karşı gelmiştir. Böylece, sadece Tanrı'ya tapmamıza da leke sürmüş ve sadece ona gösterilmesi gereken saygının cansız ikonalara gösterilmesi gerektiğini söylemiştir. Bu da yetmiyormuş gibi kutsal inayetle dolu olduklarını söyleyerek, onların önünde mum ve tütsü yakılmasını da özendirmiş ve büyük bir günah işlemiştir.

Bu yüzden şimdi biz Ortodoks Kilisesi olarak, ikonaların yapılmasını yasaklıyor ve Tarasios'un tasvir ettiği tapınma şeklini reddediyoruz. Tasvirlere hak etmedikleri bir saygınlık getirmeleri nedeniyle, bu meclisin aldığı kararları iptal ediyor ve mum ve tütsü yakılmasını da yasaklıyoruz.

Bunun yanı sıra, Konstantinos ve Leon dönemlerinde Blaherne'de Bakire Meryem Kilisesi'nde toplanan Kutsal Meclis'i, Kilise Babalarının öğretisine dayanarak yapıldığı için memnuniyetle tanıdığımızı ve ikona (biz bunlara idol demekten kaçınıyoruz) üretiminin ne kutsal ne de faydalı olmadığını bildiririz.
Ortaya yeni bir kristolojik tartışma ya da fikir koymayan konsil kararları Hieria Konsili'nin kararlarının bir tekrarı niteliğindedir. Buna karşın "kötülüğün bir kademesi oldukları için ikonaları put olarak isimlendirmekten kaçınması" sebebiyle yeni konsilin kararlarının Hieria Konsili'nden daha ılımlı ve Ostrogorski'nin değerlendirmesi ile "manen daha fakir" olduğu düşünülmektedir.

8. yüzyılda Doğu eyaletlerinde ikonoklazma büyük ölçüde destek varken aynı durum 9. yüzyılda vuku bulan ikinci ikonoklazm döneminde mevcut değildi. Bu dönemde ikonoklastik fikir zayıflamış ve hareket tükenme noktasına gelmiştir. Buna karşın İtalya ve Yunanistan dahil olmak üzere Batı coğrafyası tamamen ikona inancına sadık kalmışlardı. Bu nedenle evvelki ikonoklast imparatorlar gibi geniş bir destekçi kitlesine sahip olamayan V. Leon, aslen dinî değil pragmatik nedenlerden ötürü ikonoklazmı uyguladığından dolayı ikonofillere karşı kendisine alenen karşı koyanlar haricinde ciddi bir önlem almamıştır. Bununla beraber konsilden itibaren ikonoklazm gerçek manasıyla başlamış, ikonalara karşı muazzam bir yok etme operasyonuna girişilmiştir.
II. Mihail devri

Eski silah arkadaşı V. Leon'un 820 yılı Noelinde Ayasofya'daki ayin sırasında kendi adamları tarafından öldürülmesinden sonra II. Mihail adıyla tahta oturan yeni imparator dinî alanda I. Nikiforos'a benzer bir siyaset gütmüştür. Öncelikle sürgüne gönderilen Theodoros ile eski patrik Nikiforos geri çağrılmış, ikonofilleri takibat sona ermiş ancak ikonoklazm uygulaması devam etmiştir. İkonalar üzerine her türlü tartışmayı yasaklayarak her iki hizbi de pasivize etmeyi amaçlayan II. Mihail dinî tartışmalara mesafeli yaklaşmışsa da I. Ludwig'e yolladığı bir mektubun içeriğinden ikonoklast düşünceye sahip olduğu bilinmektedir. Oğlu ve veliahtı Theofilos'un eğitimini İoannis Grammatikos'a emanet etmesi ve I. Theodotos'un ölümünden sonra patrik olarak 815'teki konsilin önemli din adamlarından Silaion Piskoposu Antonios'u ataması da ikonoklast olduğunu göstermektedir. II. Mihail'e karşı hareket eden tek ikonofil olan Methodios, 821 yılında imparatora ikona kültü lehine papalıktan bir uyarı iletmesi üzerine Bizanslı ikonofiller ile papalık arasında bir bağlantı kurulması ihtimali nedeniyle dinî değil ancak siyasi nedenlerle işkenceye maruz bırakılarak hapsedilmiştir.

II. Mihail'in saltanatının en önemli olayı, kendisinin eski silah arkadaşı Slav Thomas'ın yaklaşık üç yıl süren isyanıdır. Araplar tarafından da destek gören Thomas henüz V. Leon devrinden itibaren Küçük Asya'daki etnik karışıklılıktan faydalanarak Arapların, Farsların, Ermenilerin, Gürcülerin ve diğer Kafkas kabilelerinin; batıda ise Hunların, Gotların, Slavların ve Alanların tabiiyetini kazanmıştı. Özellikle merkezî idarenin ikonoklast politikasından memnun olmayan önemli sayıda kitlenin desteğini almıştı ve hatta annesi İrini'nin kendisini kör etme emrinden mucizevi şekilde kurtulan VI. Konstantinos olduğunu iddia etmekteydi. Yüksek vergilerin düşürülmesi ve devlet memurlarının halka yönelik zulümlerinin durdurulması gerektiğine yönelik fikirleriyle fakir halkı da yanına alan Thomas'ın hareketi devrimci bir harekete dönüşmüş, Oi meta Theofanin'de geçen ifadeye göre "köle efendisine, asker kumandanına karşı öldürücü ellerini kaldırmıştır." 821'de başlayarak kısa sürede büyüyen isyana Küçük Asya'daki altı themadan yalnızca Armeniakon ve Opsikion themaları katılmamıştır. Antiohia patriği tarafından imparator olarak ilan edilen Thomas, Kibirreoton themasının donanması ile imparatorluğun batı tarafına geçerek buradaki halkları da kendisine katılmaya ikna etmiş ve Aralık 821'de başkenti kuşatma altına almıştır. Bir yıldan uzun süren kuşatma Bulgar Hanı Omurtag'ın, Bizans sınırını aşarak Thomas'ın askerî disiplinden uzak birliklerini Keduktos Ovası'nda dağıtması ile son bulmuş, mahiyeti ile Arkadiopolis'e çekilen Thomas 823 yılının ilkbaharında ele geçirilerek elleri ile ayakları kesilmek suretiyle işkenceye tabi tutulmuş ve sonunda kazığa geçirilerek idam edilmiştir.

Halife, Thomas'ın isyanını tüm imkânlarıyla desteklemiş, her ne kadar kendi ülkesindeki iç karışıklıklar sebebiyle Bizans'a doğrudan bir saldırı gerçekleştiremese de bu sefer diğer Arap devletleri Bizans sınırlarını tehdit eder hâle gelmiştir. Abbâsî Hanedanı'nın Emevî Hanedanı'nı yönetimden uzaklaştırmasından sonra Mısır'da bağımsız bir Arap topluluğu ortaya çıkmış ve bu Mısır Arapları halifenin kendilerini bu coğrafyadan kovmasının ardından Bizans'ın Emevî Hanedanı'ndan sonra donanmasını ihmal etmesini de lehlerine kullanarak 823-828 arası bir tarihte Kriti'yi ele geçirmişlerdir. Akdeniz denizyolu açısından stratejik bir ada olan Kriti, 150 yıl boyunca bu Arapların çevredeki yağma akınlarının üssü olmuştur. 827'den itibaren de Mısır Araplarıyla ilgisi olmayan başka bir Arap grubunun istilası ile Skelias'ın da elden çıkmasıyla Bizans'ın Akdeniz ve Adriyatik Denizi'ndeki otoritesi sarsılmıştır.
Theofilos devri

Ekim 829'da böbrek rahatsızlığı nedeniyle ölen babası tarafından 821 yılında tahta ortak edilmiş olan ve onun ölümünün ardından tek başına imparator olan Theofilos babasının aksine iyi eğitimli, saraya adabına haiz; aynı zamanda sanata ve ilme de oldukça ilgili bir entelektüeldi. Akıl hocası İoannis Grammatikos'un etkisiyle sıkı bir ikonoklast olan yeni imparator Arap sanatına hayranlık duymaktaydı ve 829-842 arasındaki saltanatı da Arap etkisinin Bizans topraklarında en belirgin görüldüğü dönem olmuştur.

Thema sistemini ele alarak yeni bir düzen oluşturan Theofilos'un döneminde Araplar, Dazimon yakınlarındaki muharebede bizzat imparatorun başında bulunduğu orduyu bozguna uğratmış ve 12 Ağustos 838'de surlardaki zayıf bir noktada gedik açarak Amorion'u ele geçirmiştir. Amorion'un aynı zamanda mevcut imparatorun mensubu olduğu hanedanın çıktığı şehir olması ve Amorion'un 42 Şehidi olayı nedeniyle Bizanslılar açısından oldukça yıkıcı bir etki yaratmış, Theofilos Franklar ile Venedik'ten Araplara karşı yardım istemek zorunda kalmıştır.

Amorion'un düştüğü yıl ikinci ikonoklazm döneminin başlatıcıları arasında yer alan İoannis Grammatikos, Theofilos tarafından VII. İoannis olarak patrikliğe atanmış ve ikonofillere karşı yeni bir takibat dalgası başlamıştır. V. Konstantinos devrinde olduğu gibi manastırlar kapatılmış, keşişlere karşı yeniden mücadele başlamış ve çok ağır cezalar verilmiştir. Örneğin bir ikona ressamı olan Lazaros Zografos'un avuç içleri kızgın çivilerle dağlanırken ikonaları koruma gayretleri nedeniyle Theodoros ve Theofanis'in alınlarına kızgın demirle hakaret dolu ikonoklast mısralar dağlanmıştır. Theofilos ve VII. İoannis'in kararlığına rağmen ikonoklast hareketin başkent Konstantinopolis dışındaki halk arasında eskisi kadar destekçisi bulunmamaktaydı ve bu nedenle Theofilos'un yaptırımlarının başkent ile çevresiyle sınırlı kaldığı düşünülmektedir.
III. Mihail ve Theodora devri

200px-The_Restoration_of_the_Icons_-_Google_Art_Project.jpg
III. Mihail, Theodora, I. Methodios ve 843 yılındaki konsile katılan diğer din ile devlet adamlarının sahnelendiği Ortodoksluğun Zaferi adlı 14. yüzyıl ikonası.
Theofilos'un 20 Ocak 842 tarihinde dizanteriden ölümüylebirlikte oğlu III. Mihail'in imparator olmasına karşın henüz üç yaşında olması sebebiyle annesi Theodora naip olarak idareyi eline almıştır. Esasında Theofilos ve
Theodora'nın en büyük kızı Thekla da resmî olarak naip olmakla birlikte devlet işlerine karışmamış, Theodora yönetimi kendisinin yanı sıra naip heyetinde bulunan iki kardeşi Bardas ile Petronas, dayısı ya da amcası olan Magistros Sergios Nikitiatis ve Logothetis tu Dromu Theoktistos ile sürdürmüştür. Bu heyet ilk olarak ikona kültü meselesine eğilerek VII. İoannis'i biraz sorunlu da olsa azletmiş ve patriklik makamına Theofilos tarafından işkence ettirilen I. Methodios'u atamıştır. Hemen ardından 11 Mart 843'te toplanan yeni bir konsil ile İkinci İznik Konsili'nin kararları teyit edilerek ikona kültü bir kez daha serbest bırakılmış ve Bizans İmparatorluğu'nda ikonoklazm devresi tamamen sona ermiştir. İrini'nin bir konsil toplamak için yedi yıl beklemek zorunda kaldığı düşünüldüğünde ve Theodora'nın bir buçuk yıl içerisinde ikona kültünü yeniden serbest bırakabilmesi göz önüne alındığında ikinci ikonoklazm döneminde ikonoklast muhalefetin oldukça azalmış olduğu görülmektedir.

Günümüzde Doğu Ortodoks Kilisesi ve Doğu Katolik Kiliseleri tarafından Büyük Perhiz'in ilk pazar gününde Ortodoksluk Bayramı olarak kutlanan ikona kültünün serbest bırakılmasıyla birlikte Bizans İmparatorluğu'nda dinî mücadeleler dönemi sona ermiştir. Bununla birlikte ikonoklast hareketin amaçlarından biri olan kilisenin tamamen devlet yönetiminin güdümüne girmesi siyaseti de iflas etmiş ancak kilise eskiden olduğu gibi büyük oranda devletin vesayetinde kalmıştır. İrini devrine nazaran ikonoklast muhalefet çok daha az olsa da sorun yaşanmaması adına ılımlı bir geçiş dönemi yaşanmış, ikonoklastların devlet ve kilise hiyerarşisinden azledilmeleri yavaş bir şekilde gerçekleşmiştir. Örneğin ikonoklazmın sembolü olan Halki Kapısı'ndaki İsa ikonasının yeniden yerine konması için birkaç yıl beklenmiştir. Bu sefer de ikonoklastların daha ivedi bir şekilde temizlenmesini ve ikonaların inançtaki yerinin süratle yeniden tesis edilmesi gerektiğini savunan radikal keşişlerin muhalefeti ortaya çıkmış, artan gerilimli ortam muhalif keşişlerin aforoz edilmesine dek varmıştır.

Etkileri​


İkonoklast hizip, destekçilerini saraylılardan ve çoğunluğu Doğulu halklardan oluşan ordudan ve subaylardan bulmuştur; III. Leon, V. Leon ve II. Mihail de bunlardan biriydi. İkonoklazm boyunca devlet görevlilerinin ve piskoposların ekserisi kendi görüşlerini dile getirmekten ziyade korkuları nedeniyle durumu kabullenir bir tavır takınmışsa da başkent halkının ve din adamlarının çoğunluğu ikona inancını desteklemiştir. Buna karşın ikonoklast imparatorların askerî alandaki zaferleri ve idari konulardaki başarılı hamleleri, ikona konusundaki tutumları ayrı kalmakla beraber kendilerinin kurtarıcı olarak görülmesini sağlamıştır. İkonalara karşı girişilen mücadele imparatorluğu büyük bir karmaşa içerisine sevk etmiş, askerî zaferlere rağmen imparatorluk siyaseten zayıflamıştır. Özellikle İtalya'nın aşamalı olarak Bizans hakimiyetinden kopması ve Roma Kilisesi ile ilişkilerin bozulması ikonoklazmın siyasi alandaki en büyük başarısızlığı olmuş, Doğu ve Batı kiliselerinin ayrılmasına giden tarihî süreçte önemli bir eşik olmuştur. İkonoklazm döneminde evrensel devlet ve tek imparatorluk anlayışı Şarlman'ın 800'de augustus sanıyla taç giymesiyle ciddi bir zarar görmüş, Bizans'ın Batı dünyası ile ilişkileri kopmaya başlamıştır. Ayrıca imparatorluğun antik kültürden Orta Çağ kültürüne dönüşümü ikonoklazm döneminde gerçekleşmiştir. Bizans'ın evrensel devlet idealinin zarar görmesine mukabil Roma'daki kilisenin evrensellik iddiası ikonoklazmın sonlanmasından sonra karşısında Konstantinopolis patrikliğini bulmuştur.

Pers ve Arap istilalarına karşı verilen mücadele bir devlet olarak Bizans İmparatorluğu'nun kaderini belirlediği gibi ikonoklast evre de bir manevi değer olarak Bizans kültürünün geleceğini şekillendirmiştir. Georgi Ostrogorski'ye göre ikonoklast hareketin sonlanması, Doğu dünyasının fikirlerine karşı Grek-Ortodoks kültürün zaferi manasına gelmekteydi.

İkonoklazmın son zamanlarında Doğu Hristiyanlığının etkisi genişlemiş ve barbar olarak nitelenen kavimler arasında yayılmaya başlamıştır. 863'te Bulgar-Frank ittifakına karşı müttefik arayan Büyük Moravya Dükü Rastislav'ın isteğiyle Kiril ve Methodios, misyonerlik faaliyetleri yürüterek Slavların havarileri hâline gelmişlerdir. Özellikle Kiril, Slav diline uyumlu Glagol alfabesini hazırlayarak Slavların yazılı kültürlerinde önemli bir kilometre taşı olmuş, Kitâb-ı Mukaddes ile Kilise Babalarının yapıtlarını bu dile çevirmiş ve kendi dillerinde okuyarak Hristiyanlığı öğrenebilmelerini sağlamış, aynı zamanda bu halka Konstantinopolis Patrikliğini dinî merkez olarak tanıtmıştır. Bu gelişmeler ile Slavların Hristiyanlaştırılması ve büyük bir coğrafyaya Bizans nüfuzunun yayılması sağlanmıştır. Bulgar Hanı I. Boris de 864'te Konstantinopolis'te kendini vaftiz ettirerek Mihail adını almış ve halkını Hristiyanlaştırmaya başlamıştır. Bir ara Bulgar patriğinin başında olduğu bağımsız bir kilise kurmak istese de Bizans tarafından engellenmiş, Roma Kilisesinden de umduğu yardımı alamayınca tekrar Konstantinopolis Patrikliğinin egemenliğini kabul etmiştir.

Yüzyıllardır bu tür bir misyonerlik faaliyeti yürütmeyen Bizans'ın özellikle böyle bir siyaset izlemesinin sebebi, V. Konstantinos devrinden bu yana kendi aleyhine gelişen Frank-Papalık ittifakının etkisini kırabilmekti. Ayrıca Balkanlardaki misyonerlik başarısı 8. ve 9. yüzyıllarda Araplara karşı kaybedilen topraklar ile batıda İtalya ve Dalmaçya'nın elden çıkmasından sonra Bizans için yeni bir nüfuz alanı yaratmıştır. Ancak Batı ve Doğu kiliselerinin Balkanlardaki çekişmesi ilişkileri ciddi bir şekilde gererek kiliseleri ayırma noktasına dek getirmişse de Kiril ve Methodios'un 867 yılında Papa II. Hadrianus'u ziyaretleri sırasında Hersonisos'ta yanlarına aldıkları Papa I. Clemens'in kemiklerini hediye olarak sunmaları gerginliği azaltmış ve papa kardeşlerin Moravya'daki faaliyetlerini kutsamıştır. Rastislav'ın ölümünün ardından Frank yanlısı düklerin hükümdar olmasıyla Moravya'daki Bizans misyonerleri faaliyetlerini Bulgar topraklarına kaydırarak buraları Slavlaştırmış, daha sonraları ise özellikle Rusya toprakları olmak üzere diğer Slav ülkelerine dağılmışlardır. Böylece Bizans kültürü ve dini Slavların yaşadığı geniş coğrafyada hakim olmuştur.

Sanat anlayışındaki değişim​


İkonoklazm boyunca ikonaların imhası yaygın olarak görülmüştür. Taşınabilir heykel, tablo gibi ikonalar yakılmış, fresk ve mozaik gibi süslemeler kazınmış ya da badana ile kapatılmış, tepsi gibi madenî eşyalar eritilmiş, yazmalar ise yırtılmıştır. Bunun yanında kutsal şahsiyetlerin heykel sanatı ile temsili yasaklanmamasına rağmen bu sanat dalı kendiliğinden yok olmuştur. Bu tahrip dalgası her yerde aynı şekilde yaşanmamıştır. Örneğin başkentteki patriklik sarayındaki ikonaların ancak 768 yılında yani ikonoklazmın üzerinden kırk yıldan fazla bir süre sonra geçtikten sonra kaldırıldığı tarihî kaynaklar tarafından aktarılırken Küçük Asya'daki ikonaların hemen hemen ikonoklazmın başlangıcıyla birlikte tahrip edilmeye başlandığı bilinmektedir. Genel itibarıyla Küçük Asya gibi merkezî hükûmetin gücünü tüm kuvvetiyle gösterebildiği yerlerde ikonoklazm şiddetli olarak yaşanmışken batıya doğru gidildiğinde ikonoklazmın etkisinin azaldığı görülmektedir

200px-Agia_Kyriaki_on_Naxos%2C_iconoclastic_frescos%2C_9th-12th_c%2C_119021x.jpg

İkonoklazmın ikinci döneminde Nakşa'da inşa edilen Azize Kiriaki Kilisesi'ndeki doğal hayatı sahneleyen fresklerden bir detay.
9. yüzyılda Konstantinopolis'te inşa edilen Aya İrini'nin apsisindeki ikonoklast dönem sanat örneklerinden basit haç motifi.

İkonoklazm döneminde dönüşüme uğrayan sanat anlayışı 4. yüzyıldaki sanat anlayışına benzer şekilde gelişmiş ve ağaç, kuş, kuzu, tavuskuşu gibi betimlemeler kilise duvarlarında yer bulmaya başlamıştır. Haç imgesi de bu
dönemde özel önem kazanmış olup 740'ta inşa edilen Aya İrini ile Selanik ve İznik'teki Ayasofyaların apsisinde haç motifleri bulunmaktaydı. İkonoklazmın sonlanmasından sonra Ayasofyalardaki haç motifleri yerini odigitria tasvirlerine bırakmıştır. Ayrıca ikonoklastik döneme atfedilen Kapadokya ve bazı diğer kırsal bölgelerdeki şapellerde de haç, hayvan ve bitki temaları görülmektedir. Bu dönemde dekoratif sanat tamamen yok olmamakla birlikte derecesi ve kapsamı kısıtlanmıştır.

Dinî manada insan tasvirlerine karşı olunmasına rağmen av, at yarışı gibi din dışı konularda insan betimlemelerinin ikonoklast imparatorlar V. Konstantinos ve Theofilos tarafından bizzat teşvik edildiği görülmektedir. Aynı eğilim Emevî Hanedanı yönetimindeki Arap devletinde de görülmektedir. Her türlü dinî tasvir Arap hakimiyetindeki bölgelerde yasaklanmış olmasına karşın halifelerin ve oğullarının hayatlarının mozaiklerde işlendiği, saray eşrafının av sahnelerinin tasvirlerinin yapıldığı ve çıplak kadınların dahi betimlendiği bilinmektedir. Buradan yola çıkan Cyril Mango, Emevî Hanedanı ile İsauria Hanedanı'nın tasvirler konusunda aynı yaklaşıma sahip olduğunu belirterek ikonoklazmın Araplardan etkilenerek uygulandığı görüşüne atıfta bulunmaktadır. İkonoklazmın tasfiyesinden sonraysa din dışı tasvirler dine saygısızlık gerekçesiyle kazınarak yerlerini tekrar ikonalara bırakmıştır.

İkonoklastik dönemin Bizans sanatına en büyük katkısı dinî sanatın kuramsallaştırılması olmuştur. Bir yüzyıl boyunca süren ikonoklazm tartışmaları sırasında Hristiyan dünyanın en önemli fikir insanları kaçınılmaz olarak konu ile ilgili fikirler yürütmüşler ve imge-arketip, İsa'nın ruhani doğası-İsa'nın insani doğası gibi konularda gerek felsefi gerek teolojik tabanda eserler vermişlerdir. Tüm tartışmalar sonucunda cismani olarak insanların karşısına çıkmış olan kutsal kişilerin resmedilmesinin mümkün olduğu görüşü ağırlık kazanmış; buna göre İsa, azizler ve kendilerini çeşitli durumlarda insan biçiminde gösterdikleri için meleklerin tasvirleri serbest bırakılmış ancak hiçbir cismani biçimi olmayan Tanrı ve Kutsal Ruh bu bağlamın dışında bırakılmıştır. İmge, töz olarak arketipinden farklı ancak sonuç olarak kutsal kişi ile özdeş olarak kabul edilmekte ve ikona sahih portre olarak kabul edilmekteydi. Buna bağlı olarak kutsal addedilen kişilerin ikonaları üzerinde kimsenin değişiklik yapma hakkı bulunmamaktaydı. Bu nedenle tasvir edilen kişilerin görünümü bir standarda bağlanmıştır. Örneğin İoannis Hrisostomos'un 10., 11., 12. ve 14. yüzyıllara ait çalışmalarda alnı açık, ince yüzlü ve ince sakallı olarak tasvir edildiği farklı portrelerden görülmektedir. İkonoklazm sonrası sanattaki kaygı, tasvirin kişinin gerçek görünümüne benzemesi değil kişiyi temsil etmesi ve görüldüğünde kim olduğunun hemen anlaşılabilmesidir. III. Gregorios'un Ferrara'daki bir kiliseyi ziyaret ettikten sonra yaşadığı tecrübeyi "Bir Latin kilisesine girdiğimde oradaki azizlerin hiçbirine saygı gösterisinde bulunamıyorum, çünkü tanıyamıyorum. Bu nedenle haç işareti yapıyor ve kendi yaptığım bu işarete saygı gösterisinde bulunuyorum, kilisede gördüğüm başka hiçbir şeye değil." sözleriyle özetlemesi bu anlayışın Bizanslılar üzerinden ne denli etkili olduğunu göstermektedir.

İkonoklazmın tamamen tasfiye edilmesiyle birlikte ikonaların restorasyonuna girişilmiş ve bunlar üzerine çalışacak sanatçı ihtiyacı hasıl olmuştur. Zengin aileler gerek kendi hanelerini gerekse de kamusal alanlardaki binaları süsleyecek ressam ve mozaikçilere hamilik yapmak için birbirleriyle yarışa girmişlerdir. Bizans sanatı bu dönemde Orta Çağ sanatı olarak kimliklenerek ana biçimlerini ve temel ilkelerini ortaya koymuş, devletin yıkılışına kadar da bir Orta Çağ sanatı olarak kalmıştır. İkonoklazm öncesi kilise ikonalarında biçimsel ve manevi yönden bir tutarlılık görülmemekteyken bu dönem sonrasında ikonografik bir program geliştirilmiş ve standart yakalanmıştır. Örneğin artık erken dönemde görülen uzun saçlı ve sakalsız genç İsa tasviri tamamen yok olmuş, kilisenin ibadet alanında imparator ve imparatoriçe gibi din dışı kişilerin tasvir edilmesi de bırakılmıştır. Bu yeni dönemde kilisenin neresinde, nasıl bir şekilde, kimin tasvir edileceği kurallarla takip edilmeye başlanmıştır.

Popüler kültüre etkileri​


Bilge Karasu'nun 1970 yılında yayınlanan ve Sait Faik Hikâye Armağanı kazanan Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı adlı öykü kitabındaki ilk iki uzun öyküde Bizans ikonoklazmının toplumsal, psikolojik ve felsefi etkileri işlenmiştir.
 
Üst
Alt